Serin bir nisan akşamı, Sivas sokaklarında bir heyula dalga dalga yayılır: “Kızılbaşoğlu’nu vurdular”…

Kızılbaşoğlu Yadigar

Serhat Halis

Tarihin pek çok evresinde Anadolu Aleviliği için önemli bir durak olan Sivas, aynı Aleviler için zamanla bir yıkım alanına döner. “Dostun bir tek gülü yaralar beni” diyen Pir Sultan, Hı(n)zır Paşa, Madımak; bu yıkımda öne çıkan bazı isimlerdir.

Bu yüzden olsa gerek Aleviler, tüm Anadolu’da olduğu gibi burada da dağlara sığınmış, ancak dağlarda varlıklarını sürdürebilmişlerdir.

Osmanlı’da dağlara sıkışmış olan Aleviler, Cumhuriyet’le birlikte kentlere inmeye başlar. Özellikle köyden kente göçün yoğunlaştığı 1950’ler ve 1960’lar, Alevilerin de kent hayatında görünür olmaya başladığı yıllardır. Ancak bu görünürlük pek çok sancıyı da bağrında taşır.

Cumhuriyet döneminde de; yılların birikmiş Alevi düşmanlığı, kentlerde yaşama tutunmaya çalışan Alevilere karşı yoğun baskılara, hor görmeye dönüştü ve Alevilerin, pazar ekonomisinin dışına itilmesine neden oldu.

Cumhuriyet’in bu noktada yüzlerce yıllık İslami geleneğe dayalı paradigmayı sürdürmesi, Alevilerin elini iyiden iyiye zayıflattı. Tüm bu baskı koşulları, Alevilerin geldikleri kentlerde belirli mahalle ve alanlara sıkışmasına ve bir gettolaşmaya neden oldu.

Sivas’ta da benzer bir diyalektik işledi ve kent merkezine yerleşen Aleviler, “Alibaba” ve “Gökçebostan” gibi mahallelerde toplaştılar. Ancak bu gettolaşma, kent hayatı içinde maruz kaldıkları baskıyı engelleyemedi. Çarşıya-pazara hâkim gerici çevreler; Alevileri bu alandan dışlamaya, köyden satmak için getirdikleri mallarına el koymaya ve satıcıların çoğuna şiddet uygulamaya meyletti.

Çocuk Yadigarı dövüyorlar

Büyüklerin dünyasında bunlar yaşanırken, çocukların hayatında da benzer şeyler oluyordu. Alevi çocukları okulda ya da sokakta akranları tarafından zorbalığa uğramaya başlayacaktı. Yadigar da, 1940’lı yıllarda Sivas’ta akranlarının zorbalığına uğrayan Alevi çocuklardan biriydi.

Tam adı Yadigar Aykut olan kahramanımız, Sivas’ın Gökçebostan Mahallesi’nde dünyaya gelir. Babası, Yadigar henüz küçükken yaşamını yitirince, annesi ikinci evliliğini yapar; ancak Yadigar yeni babasının refakatinde evde mutsuz bir çocukluk geçirecektir.

Okulda ya da sokakta ise çoğu kez diğer çocuklar tarafından taşlanır, oyuncakları elinden alınır ve saldırıya uğrar. Hatta saldırıların birinde çocuk yaştaki Yadigar’ın burnu ve parmakları kırılacaktır. Bu koşullarda büyüyen Yadigar, henüz 13 yaşındayken silahla tanışır. Böylesi bir tanışıklığa onu hayat itmiştir.
Bu tanışıklığın kaçınılmaz sonucu; çok geçmeden Yadigar kendisini mahpusta bulacaktır. Küçük yaşta hapishaneye düşen Yadigar’ın yolu, burada dönemin ünlü kabadayılarıyla kesişir. Hapishaneden çıktıktan sonra ise kendisi de Sivas’ta namlanmış bir külhanbeyine dönüşecektir.

Kızılbaşoğlu Efsanesi

Yadigar, çocukluğundan beri sürdürdüğü mazlumdan yana tavrını, hapisten çıktıktan sonra da yitirmez. Zamanla adı, özellikle kentteki Alevilerin koruyucusu ve lideri olarak bilinmeye başlar. Böylelikle 18 yaşına geldiğinde artık “Kızılbaşoğlu Yadigar” olarak anılır.

Adının bu şekilde duyulmasına neden olan ilk olaylar, mallarını satmak için kent pazarına gelen Alevi köylülerine kol kanat germesi olur. O döneme kadar pazarda mallarına el konan, pazardan kovulan, tartaklanan köylülerin artık bir koruyucusu vardır; bu koruyucu Kızılbaşoğlu Yadigar’dan başkası değildir.
Böylelikle namı önce Aleviler arasında duyulur, daha sonra tüm Sivas tarafından bilinecektir. Fakir-fukaranın babası olarak namı gittikçe yayılır. İhtiyacı olan ailelere; yiyecek, giyecek ve yakacak yardımı yapmaya başlar Kızılbaşoğlu.

Kelime Ata’nın aktardığına göre o yıllarda Aleviler Sivas’ta bir yer tutmuşsa; bu, Kızılbaşoğlu Yadigar sayesindedir. 1950’li yıllarda Sivas’ta Kızılbaşoğlu Yadigar efsanesi bir rüzgar gibi eser. Kahvehanelerde erkekler, sokaklarda çocuklar, kapı önlerinde kadınlar bu delikanlının yiğitliklerinden bahseder.

Safiye Ayla, kadehlerde rakı; bir güzel kahvehane

Alevi mahallesinde açtığı kahvehanesi, ondan yardım isteyen köylüler ve garibanlarla dolup taşar. Adeta Alevilerin sığınağı olmuş bu kahvehane, bir saatten sonra; gramofondan yükselen Safiye Ayla sesinin eşlik ettiği, rakıların dolup boşaldığı bir çeşit meyhanedir aslında.

Bir gün kahvehanesinde rakısını yudumlarken Kızılbaşoğlu Yadigar’a bir haber gelir. Askerliğini Sivas’ta yapmakta olan ünlü ve şımarık bir aktör, üstü açık arabasıyla kentte gezip tozmakta, genç kızlara laf atmaktadır. Bunu duyan Kızılbaşoğlu, ünlü aktörü hemen yanına çağırtır. Ertesi gün aktör Kızılbaşoğlu’nun önündedir. Burada Yadigar, usulca onun kulağına bugün de kimsenin bilmediği tek bir cümle fısıldar. Bunun üzerine aktör “Peki efendim” diyerek gider.
O tek cümlelik diyalogdan sonra aktör her ay düzenli olarak Kızılbaşoğlu’na para ödeyecek ve Kızılbaşoğlu bu paranın, askerliğini Sivas’ta yapan yoksul erlere dağıtılmasını emredecektir.

Sivas’ta 3 kabadayı grubu

Yakışıklılığı, uzun boyu ve şık giyimiyle göze çarpan Kızılbaşoğlu’nun sevmeyeni de çoktur tabi.

Kızılbaşoğlu kendisine kafa tutan kabadayılarla kapışmaktan da geri durmaz. Yumruk yumruğa, bıçak bıçağa giriştiği kavgaların hepsinde galip gelir. İşin ilginç yanı bu galibiyetlerden sonra; az evvel kendisine bıçak savurmuş rakiplerini kahvehanesinde ağırlar, yemek yedirir ve ceplerine harçlık koyarak memleketlerine uğurlar.

50’li yıllarda Sivas’ta 3 kabadayı grubu vardır. Bunlardan biri, başını Kızılbaşoğlu Yadigar’ın çektiği Alevilerin grubudur. Diğer ikisi ise bağnaz gericilerin oluşturduğu; “Pisik Ömer’in çocukları” ve “Pulurlular Çetesi”dir.

Bu son iki grup şehirde önüne gelenden haraç almakta, her ortamda Kızılbaşoğlu’na ve Alevilere hakaret etmektedir. Garibanlara uyguladıkları şiddetle, Sivas’a korku salmışlardır. Onlar için şehirde Alevilerin kabadayılığa soyunması ve kendilerine kafa tutuyor olması, buna cüret etmeleri, kabul edilemez bir durumdur. Bu yüzden Kızılbaşoğlu Yadigar, bu iki grubun ortak düşmanıydı.

Kızılbaşoğlu’nu vurdular…

Kızılbaşoğlu Yadigar, 1959 yılının 29 Nisan günü, kahvehanesinde rakısını yudumlar. Kadehler boşaldığında, çarşıya gitmek için faytoncu İsmail’e haber salar. Çarşıya vardıklarında hafif sarhoş olan Yadigar sendeleyerek faytondan iner. Hemen akabinde Kızılbaşoğlu’nun sırtına bir balta saplanacaktır.

Pisikoğlu Ömer’in çocukları Kızılbaşoğlu Yadigarı sırtından vurmuşlardır. Kızılbaşoğlu bu haldeyken, 3 kişi olan saldırganlarla vuruşur ve ikisini yaralar.

Kendisi ise ağır yaralıdır; Yadigar’ı faytoncu İsmail hastaneye kaldırır. Ancak her şey için çok geçtir. Kızılbaşoğlu hastanede yaşamını yitirir. Rivayet edilir ki, doktoru Kızıldeli, Yadigar’ı kurtaramadığı için göz yaşlarına boğulur.

Böylelikle Alevilerin Sivas’ta koruyanı, fakir-fukaranın yardımcısı Kızılbaşoğlu, 29 yaşında hayata gözlerini yumar.

Olayın ardından Pisikoğlu Ömer’in çocukları, Pulurlular Çetesine “Kızılbaşoğlu’nu öldürdük” diye “müjde” gönderir.

Serin bir nisan akşamı, Sivas sokaklarında bir heyula dalga dalga yayılır: “Kızılbaşoğlu’nu vurdular”…