On’ların mücadelesi bugün yukarıdan bir devrim anlayışına karşı, toplumsal kesimlerin içinde güçlenmeyi önüne koyan siyaset anlayışının kendisidir.

Kızıldere ve bugün

LEVENT HEKİM

Kızıldere’nin 50. yılının, ülkenin geleceğinin nasıl şekilleneceğine dair kritik bir momente denk gelmesi tarihin cilvesi olsa gerek. Ülkenin 20 yıldır AKP eliyle karanlığa sürüklendiği ve buradan çıkışın nasıl olacağına, hangi yolun izleneceğine dair tercihlerin şekillenmeye başladığı bir eşikteyiz. Bu tercihlerin şekillenmesinde bugünün somut siyasal durumu başat olmakla birlikte, tarihsel devrimci birikimin yöntem olarak bıraktığı miras önemli bir rol oynuyor. THKP-C’yi ve önderlerini, On’ları Kızıldere’ye götüren, karanlık dehlizlere sürüklenen bir memleketin kaderine sahip çıkma ve aydınlığa çıkarmak için tereddütsüz mücadeleye atılma kararlılığın kendisiydi. Bu manada geçmiş, kritik karar süreçlerinde bugünün devrimcilerine yol gösteren bir parıltı, bir yıldız misyonu üstleniyor.


***

Sol, sosyalist kesimler açısından geçmiş devrimcileri anma biçimleri, bugünden tarihe nasıl bakıldığına dair bir projeksiyon tutmakla birlikte, bugünün devrimciliğinde geçmişin nereye konumlandırıldığı meselesini de gündeme getirdiğini söyleyebiliriz. Bu bağlamda Kızıldere, THKP-C hareketinin ideolojik-siyasal ve örgütsel yönlerini tarihsel kopuş ve süreklilik bağlamında ele almadan anlaşılamaz. Bunlardan kopuk bir anlatı, geçmişle kurulan bağı bir kahramanlık destanına indirgemekten ve mistikleştirmekten başka bir anlam ifade etmez.

***

‘Bu bağlamda bugünün devrimci mücadelesinde geçmişin esin verdiği parıltı nedir?’ sorusuna verilecek cevap Kızıldere’nin ve On’ların mücadelesini anmanın anlamına işaret etmektedir. THKP-C 1960’ların toplumsal mücadelelerinin ve siyasal tartışmalarının içerinde şekillendi. Mahir Çayan’ın “Hareketin hareket halindeki doktrinidir Marksizm” tanımlaması, hareketin yöntemini özetlemektedir. Marksizm’in muhtevası onun diyalektik yöntemidir. Bu da somut durumların somut tahliline ve teorik, politik birlikteliğe dayanır. Bu anlamada THKP-C’nin siyasal tezleri ve pratiği ülkenin somut durumlarının tahliline ve mevcut duruma müdahale etmeye dayanıyordu. Bu anlamada kendisini, Marksizm’i zaman ve mekân mefhumunu es geçerek dogmalara dönüştüren anlayışlardan ayırdı. THKP-C’nin devrim anlayışı ve mücadele tarzı anlaşılmadan geçmiş hareket değerlendirilemez. Hareket ülkenin somut durumu; emperyalizmin içsel bir olgu olduğu ve ülkenin emperyalizme göbekten bağlı olduğu, buna paralel devletinde, NATO ve ABD eliyle oligarşik bir nitelikte şekillendiği tahlil ediyordu. Mahir Çayan devletin bu biçimini, “sömürge tipi faşizm” tanımlıyordu. Bu bağlamda oligarşi ve emperyalizme karşı mücadelenin M-L parti önderliğinde silahlı mücadele esasına göre, ideolojik-ekonomik-politik üç cephede verilmesi gerektiğini ifade eder. Birinden tutularak, diğerlerinin ihmal edildiği anlayışlara karşı çıkar. Bu anlamda ekonomizme düşmüş anlayışlarla birlikte döneminin fokocu anlayışları ile arasına mesafe koymuştur. Dönemin mücadeleleri içerisinde bir taraftan TİP içinde gelişen pasif parlamenterist sağ eğilimlerle, diğer yandan MDD içinde açığa çıkan cuntacı eğilimlerle hesaplaştı. Özellikle MDD içerisinde asker, aydın, zümre ittifakına dayanan yukarıdan devrim anlayışına karşı, emekçi halk kesimlerin içinde güçlenmeyi esas alan ve geniş kesimlere dayanan bir anlayışı ortaya koydu.

THKP-C hareketinin bileşim ve muhtevasını Mahir Çayan şu şekilde ifade eder: “Hayat devrimci pratiğin içerisindeki işçi, köylü, öğrenci militanları bir araya getirdi. Böylelikle Leninizm’in temelleri üzerinde devrimci yoldaşlığın oluştuğu, kelimenin geniş anlamıyla proleter devrimci bir örgüt doğdu”. Bu anlamıyla THKP-C hareketi ülkenin geleceğini başka güçlere bırakan sağ anlayışlarla teorik ve pratik kopuşun ve hesaplaşmanın da somut ifadesidir. On’ları Kızıldere’ye götüren bu karakteridir. Güç ilişkilerine bakmadan kazanılmış mevzileri savaşsız terk etmeme iradesinin kendisidir. THKP-C’nin 1 No’lu bülteninde bu irade şu şekilde ifade edilir: “Türkiye Halk Kurtuluş Cephesi, Amerikan emperyalizmini ve köpeklerini ülkeden kovana kadar mücadele etmeye ve her şart altında en son savaşçısı ölünceye kadar savaşını sürdürmeye kararlıdır.” Kuşkusuz, Kızıldere’nin bugünün devrimciliğine esin kaynağı olan en temel karakteri, görüldüğü üzere, kendi öz gücüne dayanarak mücadele etme ve mücadeleyi sonuna kadar götürme kararlılığıdır.

***

1970’lerin devrimci mücadelesi Kızıldere’nin devrimci anlayışından etkilendi. 1970’lere damgasını vuran devrimci hareket, THKP-C’nin devrimci yöntemini sahiplenerek aşan bir muhtevaya büründü. Süreklilik ve kopuş diyalektiği, içinde bulunduğu somut durumlarının tahlili ve ona uygun yöntemlerin gelişmesi kopuşu işaretlerken, devrim anlayışı ve mücadele tarzının kendisi bu anlamıyla bir sürekliliğe işaret etmektedir. 1970’lerin ortalarında yenilginin de psikolojisiyle sosyalist kampta açığa çıkan Çin-Sovyet kamplarındaki farklı güçlere yaslanan sağ anlayışların karşısında, faşizme karşı geniş emekçi halk kitlelerine ve kendi gücüne dayanarak verilen mücadele ÖTK’leri, Tarişleri, Fatsaları yarattı. Fatsa’nın, Kızıldere’nin devamı olduğu kadar eleştirisi de olmasının altında yatan bu anlayışın kendisidir.

***

THKP-C’den, Devrimci Yol’a ve bugüne uzanan mücadele ve geçmişle kurulan bağ ancak bu süreklilik ve kopuş diyalektik bütünlüğü içerinde anlamlıdır. 12 Eylül ve Reel sosyalizmin yıkılmasının ardından dünyada kapitalizmin zaferini ilan ettiği bir dönem geride kaldı. Buna paralel, bu dönem boyunca gerek dünyada gerekse ülkemizde Marksist yöntemin ilga edildiği, post modern tezlerin ideolojik olarak etkin olduğu bir dönem olarak yaşandı. Özellikle örgütlü mücadelenin reddi, bireycilik, sol, sosyalizme karşı inançsızlık eğilimlerini güçlendirdi. Devrimci fikirlerin reddi ve tahrifatının nesnel dış etkileri olmakla birlikte sol içinden itibarsızlaştırmaya yönelik hamleler sol fikirlerin güçsüzlüğünün öznel koşullarından birisi olarak okunabilir. Bu parçalanma liberal saldırılara bütünlüklü bir karşı duruşun imkânlarını ortadan kaldırdığı gibi, sosyalist fikirlerin boşalttığı alanda gerici, sağ fikirlerin gelişmesine olanak sağladı. AKP’nin iktidarını pekiştirmesinde ve rejimi dönüştürmesinde bu sağ eğilimin katkısı da yadsınamaz.

***

Bugün kapitalizmin derinleşen krizine karşı gelişen muhalefet ve sol deneyimler bu tezlerin sorgulanmasına yönelik eğilimler açığa çıkarsa da, geçmiş dönemin ideolojik tahrifatları ve olumsuzlukları etkisini sürdürmeye, yeniden üretilerek yer edinmeye devam ediyor. Tek adam rejimin yarattığı gericilik, yoksulluk ve otoriteden kurtuluş için medet, emperyalizmin merkezinde gerçekleşen iktidar değişiminde aranıyor. Toplumsal kesimlere muhafazakârlık gibi değişmez bir öz atfedilerek, gericiliğe karşı laiklik mücadelesi yadsınmakta, sağa karşı alternatif sağdan türetilmektedir. Tek adam rejiminin toplumsal kesimleri yoksulluğa mahkûm ettiği politikalarına karşı alternatif olarak kapitalizmin kurallı işleyişi konulmaktadır. Yukarıdan aritmetik hesaplara ve iş bitirmeye yönelen pragmatik bir siyaset evla sayılıyor. Kısacası kendi dışındaki güçlere dayanarak siyaset yapma anlayışı bugün yeniden üretiliyor.
Tüm bu olumsuzluklar içinde On’ların kendi öz gücüne dayanarak mücadele etme geleneği bugüne ve geleceğe ışık tutuyor. Bugün sosyalistlerin güçsüzlüğünün temel nedeni toplumsal bağlarının kopuk olmasıdır. Bu anlamda solun güçleneceği zemin, toplumsal kesimler içerisinde onlarla birlikte siyaset yapmakla mümkündür. İşte On’ların mücadelesi bugün yukarıdan bir devrim anlayışına karşı, toplumsal kesimlerin içinde güçlenmeyi önüne koyan siyaset anlayışının kendisidir.

***

Dünden bugüne taşınan siyasal akla dair yaşadığım bir örneği de paylaşmak gerekirse, seçimlere dair yapılan ittifakların konuşulduğu bir tartışmada, o günlerde devrimci mücadelenin içerisinde var olmuş bir arkadaşımız, eskiden geniş toplumsal kesimlerin özlem ve taleplerinin muhatabı devrimcilerdi. İnsanlar sokakta gördüğünde devrimcileri tanıyor ve gösteriyordu. Bugün de Saray’ın etrafında kenetlenen ve halkın kanını emen bir avuç azınlığa karşı, Tekel’den, Gezi’ye ve işçi mücadelelerine uzanan kesimlerin taleplerinin ve özlerine sahip çıkma muhatabı olma çabası On’ların devrimciliğinin bugünkü tezahürü olabilir. Bugün seçim tartışmalarına dair HDP etrafında ortaya çıkan ittifaka girmeyerek, “bağımsızlık, laiklik ve sosyalizm” mücadelesi etrafında bağımsız siyasal hattı izleyeceğimize dair aldığımız tutum, kimi çerçeveler tarafından bize yönelen “siz neye güveniyorsunuz” sorusuna, “bu topraklarda yaratılan 50 yıllık devrimci mücadelenin birikimlerine ve geniş toplumsal kesimlere” cevabını veren cesaret. İşte On’ların bugünün devrimciliğinin üzerine düşürdüğü parıltı, bu cesaretin kendisidir.