Üniversitelerde panellere katıldığım zamanlarda konu “Futbolun Kültür Kodları” olduğu için, taraftar kimliğine sahip olan öğrencilere sorduğum en belirgin soru “armanın hikâyesini biliyor musun?” olurdu. Maalesef aldığım cevapların çok büyük çoğunluğu “hayır” oluyor.

Bu kültürel bir yaklaşımdır!

Tutulan takımın arması en belirgin kimliktir. Eğer kendini taraftar olarak gören birisi onun ile ilgili tüm detayları ve bu detayları oluşturan hikayelerin bilmiyorsa ortada bir yanlışlık var demektir. Takım tutmak sadece körü körüne bir takımı desteklemek anlamına gelmez. İşin derinlemesine bir boyutu var.

Hele hele yüzyıldan fazla bir tarihsel derinliğe sahip takımı tutmanın detayları ise, armadan başlayıp formanın renklerine, kurulduğu yere ve bulunduğu şehre kadar olan tüm hikayelerdeki detayların bilinmesi gerekir ki aksi taktirde bir taraftar kimliğinden söz etmek doğru olamaz.

Taraftarlık kimliğinin bir ‘ayniyet’ duygusu üzerine kurgusu gerçekleşecekse, bu, takımın tüm kültür kodlarını ve onu oluşturan hikayelerin bütününe sahip olunması anlamına gelir ki geçmişin ne olduğunun ve gelecek için beklentilerin ne olması gerektiği üzerine bir anlam yüklenilsin.

İşte Klopp için Liverpool takımını tanımanın ve hangi noktadan başlaması gerektiği üzerine belirlediği ilk yol; taraftarlık kimliğinin detaylarını öğrenmek oldu. Kendisi de taraftar olmak istiyordu.

İkinci en önemli nokta ise, başarılı olması için belirlemesi gereken tüm stratejileri, Liverpool takımın tarihsel derinliği üzerinden tüm kültür kodlarını detaylandırarak, yapması gereken her şeyi bu kültürel yapının üzerine inşaa edip stratejilerini gerçekleştirmek oldu.

Çünkü o da biliyor ki, Liverpool taraftarı ile bütünleşmeden ve onların beklentilerine cevap vermeden ki çoğu zaman bu skora göre sahada oynanan oyunun detaylarında da saklı olabilir, Liverpool’u başarıya ulaştırmanın mümkün olmayacağını…

Bunun için bu şehre, bu takıma ve bu taraftara uygun doğru bir kadronun kurulması ile başarıyı kurgulamak ancak mümkün olacağından, kadronun en belirgin oluşum faktörü kendisi gibi taraftarlık duygusunu yaşayacak ve bu sinerjiyi yaratacak olması ile başarmanın mümkün olmasıydı.

Bunu sağlaması, aynı zamanda kurumsal bir futbolun oynanması anlamına gelecekti ve uzun süreli bir başarı stratejisinin de alt yapısını kurmuş olacaktı.

Ama, tabii kendisi için değerler bütününün ne anlama geldiğini sorulduğunda, öncelikli olarak “normal bir insan” olduğunu söylemesi ile, başarılı olmanın nedenlerinde ‘ucube’ arayışlara girmenin ne kadar anlamsız olacağı üzerine keskin bir cevap verdi.

Başarısının temelin de iyi transferler yapıp şehirle aynı sinerjiyi yakalamasının önemi ne kadar büyükse, sadece bunun üzerinden süreç yönetmenin yetersizliğini de ortaya koyduğu konuşmalarında, sahadaki başarıyı sağlayan en belirleyici unsurun yaptırdığı antrenmanlarının içeriği olduğunu özellikle söylerken, burada aynı zamanda mesleki değerinin de bilinmesini istemekte.

Coutinho’yu Barselona’ya yüksek bir fiyata satıp yerine dört oyuncu Van Dijk, Salah, Chamberlain, Wijnaldum’u alırken, bu dört oyuncunun Kloop ile çalışmasından sonra Coutinho’yu geçecek bir performansa ulaşmaları Klopp’un söylemlerini doğru çıkartan en belirgin örnektir.

‘İstemek’, tüm stratejilerinin çıkış noktasıydı.

Liverpool takımını 30 yıllık kaygıdan, istek ve arzu yöneltmesi ki asıl önemli olan bunu başarmasıydı.

Klopp’un temel felsefesi futboldaki oyun kurgusu üzerinde etkili olarak süreci lehine çevirecek tüm futbol argümanlarını kullanmak olduğunu kendisi de her defasında söylemesi ile beraber, dışardan bakıldığında da özellikle maç esnasındaki performansında bu çok net görülmektedir.

O yüzden Liverpool takımının geldiği yer için “her takımdan daha iyi bir takım olmak yerine, Liverpool ile oynamaktan çekinilen bir takım olmasını tercih ederim” ifadesini kullanıyor.

Liverpool yönetimini kutlamak lazım.

Aldıkları kararın ne kadar doğru olduğunu ve Kloop’un çalışma ortamını hazırlamaktan başka hiçbir şeye müdahil olmadan iyi bir yöneticilik örneği göstermelerini takdir etmek gerekir.