Manipülatif, samimiyetsiz taktiklerle sündürülmüş bir sürece dönüşen “yeni hükümet” kurulma takvimi, “insansız” siyaset alanını tamamen bloke etmeyi becerdi.

Saray rejiminin talebi, “zaman” ve “tekrar seçim” fırsatını elbirliğiyle temin ededursunlar,
“Milliyetçi-İslamcı-Demokrat” sermaye güçleri kurdukları “koalisyonla” ortak sınıf saldırganlığını her geçen gün yükseltiyordu.

Arkasına devletin polisi, jandarması, komandosunu alan Türkiye sermaye birikimi, Karadeniz yüksek yaylalarından Bursa’da Arçelik LG fabrikasına kadar hukukun kapitalist birikim sürecinin sınırında bittiğini teyit ediyordu.

Seçim akabinde Doğu Karadeniz’in 2300 rakımlı bulutlara yakın 8 yaylasını otoyol bağlantısıyla topyekûn “finanslaşmaya” açan 2600 km’lik “Yeşil Yol” projesi elbette “plastik rekreasyon alan” projesi değildi.

Patronlara; katman katman yeraltında siyanürlü madencilik, su kaynaklarında HES, kuytuluklarda taşocağı, yer üstünde ticari ve turistik yapılaşma rantı sağlayacak adeta el değmemiş bedava milyon kilometrekare vatan toprağı armağanı yani “Yeşil Kaynak Kuşağıydı.”

Samistal yaylasında yol açmak için getirilen iş makineleri komando-jandarma güçlerince sanki düşmana karşı canla başla korunurken, anneleri yaşındaki kadınları ve yerel halkı darp etmesi siyasi gündemi ve çıtkırıldım “koalisyon görüşmelerini” etkilemezdi.

Çünkü kurulacak hükümetin her koşulda egemen sınıfının ekonomik çıkar ve kazanımlarını pekiştirecek “body-guard” olacağı genel kabuldü.

Gerçek hayatın içinde “siyasi özne” ve “siyasi olan” ne varsa acilen derdest edilip müesses siyaset algısından uzaklaştırılmalıydı.

Türkiye kapitalist devlet şiddeti dağda, bayırda, sokakta, fabrikada iktidar ve patron talimatıyla “birikim alanlarını” insandan temizliyordu.

Gebze’de Arçelik-LG fabrikasına patron tarafından özel güvenlik gibi “çağrılan” çevik kuvvet polisleri, 15 işçiyi fabrikada gözaltına almışlardı.

Koç Holding’e bağlı işçiler, haklarını savunamayan Türk Metal Sendikası’nın fabrikadan gitmesini isteyince 170 işçi hemen “cezalandırılmış” ve işten atılmıştı.

Mayısta başlayan ve büyüyen metal işçi direnişini “koalisyon heyecanına” kapılıp görünmez kılan sermaye güdümlü medya şimdi sayfalarını “işçi eylemleri büyük risk” haberlerine ayırırken...

İlk 500’de yer alan, kârlılık azmanı “montaj” otomotiv sektörümüzün devleri metal işçi direnişi karşısında feci panikleyip milyon dolar harcadıkları PR kampanya ve reklamcı icadı “biz bir aileyiz” yalanını unutup engelli işçileri bile işten çıkartmıştı...

Tofaş’tan işten atılan 83 işçinin altısı sağır-dilsizdi.

1 milyar dolarlık yatırımla 3 yeni model otomobil müjdesi veren Tofaş, eylemlere katılan işçilere ücret ve sendika değişim talepleri karşılanacağı sözü vermesine rağmen 83 işçi “slogan attığı” gerekçesiyle ramazan ayında işten çıkartılmıştı oysa altı engelli işçi kendi adını bile söyleyemiyordu.

Keşke o işçilerin yüreklerinde patlayan “sessiz” hak talepli sloganların sesi olsaydı ve herkes duymuş olsaydı. Ama milliyetçi-muhafazakâr/tahakküm örgütlenmesi Türk Metal Sendikası metal efendilerine ellerinde fişleme listesiyle gider ve her kim ki sendikadan istifa etti cep telefonuna tazminatsız “iş akdi fesh” mesajı anında gelirdi.

Tofaş’ın yan sanayi firmalarından Makoda işçilerle “Benim sözüm senettir bu işyeri hepimizin, hepimiz kardeşiz” diye konuşmasının sonunda ayet okuyan genel müdür bir çırpıda 60 işçiyi tazminatsız çıkarmıştı.

Türkiye’nin sermaye sınıfı bin bir kılığa girse, türlü türlü imajlara yapışsa da son tahlilde Soma Holding-Torunlar-Tofaş-Koç grup dahil hepsi emekçi bilincini karartan, direniş ve dayanışma örgütünü bölen, ucuz emek sömürüsünü pişkince savunan sınıfsal hatta kucaklaşırdı.

Ve Türkiye müesses siyaseti ve sermayesi, fiiliyatta ortaya çıkan siyasi özneleri “siyasetdışı” kılarak perdeleme pratiğinde ideolojiler üstü birlik sergilerdi.

Metal işçilerine ve Doğu Karadeniz’deki yerel halka karşı gözdağı vermek ve mücadele kırmak için ortak tertip operasyonları gibi...