Bir harfin nelere kadir olduğunu, 30 yıl önce, yayın kurulunda olduğum uluslararası dergiye gönderilen iki makaleyi incelerken tanık olmuş, “a” ile “o”nun savaşını Kosova’da yaşanacakların ayak sesleri olarak tanımlamıştım. Kosova İngilizce sonunda “o” ile yazılıyordu ve dergi de İngilizceydi ama bir yazar ısrarla “a” ile Kosova olarak yazıyordu.

Böyle oluyor; Kobane mi, Kobani mi yazdığınız ya da Ayn el-Arab mı dediğiniz sizi bir pozisyona oturtuyor. Bundan kaçış yok ama ben şimdi oraya hiç takılmadan dün görülmeye başlanan davadan söz etmek istiyorum.

Aralarında eski HDP Eş Genel Başkanları Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ’ın da bulunduğu, 3 bin 530 sayfalık bir iddianameyle, 108 kişinin yargılandığı ve 27’si tutuklu sanıklar hakkında 38’er kez ağırlaştırılmış müebbet ve 19 bin 680’er yıl hapis istenen davadan…

İnsan istenen cezaları duyunca dehşete kapılıyor ama Türkiye’de nedense bu da alışıldık bir şey oldu; birkaç kez ağırlaştırılmış müebbet istenenlerin, ne yazık ki yıllarca yattıktan sonra, suçsuz bulunup salıverilmelerinin o kadar çok örneği var ki.

Yargının siyasallaşmasının en çarpıcı örneklerinden biri de bu!

HDP avukatlarına göre, 3 bin 530 sayfalık iddianamenin hukuki bir karşılığı yok. İddianame bir araya toplanmış bir dizi haberden ibaret.

İddianame nedir, bu dava ne kadar sürer, nasıl sonuçlanır gibi sorular ve bizde kriminalize edilmiş hali bir yana; 15 Eylül 2014’ten Ekim 2014 sonlarına kadar IŞİD kuşatması altında kalan Kobane, bugün uluslararası alanda bambaşka bir ilgi görüyor. İlginç bir yönetim deneyi olarak akademik araştırmalara konu oluyor.

Türkiye’de önemli bir kesimin hafızasında ise Kobane denilince 6-8 Ekim 2014’te 35 şehirde yaşanan, 37 kişinin yaşamını yitirdiği olaylar var. Sıradan vatandaşın, dosyadaki delillerin niteliği konusunda hiçbir bilgisi yok. Sürekli iktidar cenahından gelen suçlamaları duyuyorlar.

Suçlananlar lehine gelişme, ifade ve durumları ise ara ki bulasın. Demirtaş hakkında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) verdiği iki, Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) de verdiği bir ihlal kararı bulunuyor. AİHM’in kararlarında tutuklamanın hukuki değil siyasi olduğu ve Demirtaş’ın derhal tahliye edilmesi gerektiği belirtiliyor ama iddianamenin bunları dikkate aldığı yok.

Demirtaş yıllardır dört duvar arasından dışarıya gönderdiği mektuplar ve avukatlarının açıklamalarıyla sesini duyurmaya çalışıyor.

Onunla ilgili suçlamalardan biri, 30 Eylül 2014’te Mürşitpınar sınır kapısında yaptığı açıklamadan cımbızlanmış dört cümleye ve bu konuşmayı örgütsel bir talimatla yaptığı iddiasına dayanıyor. İddianame konuşmanın bütününe baksa, o iddia da boşa düşecek.

Demirtaş’ın tutuklanmasının dayanağı gizli ve açık tanık ifadeleri. Bu ifadeler içindeki çelişkiler bir yana, tutuklanmasına gerekçe yapılan ifadelerin o tutuklandıktan sonra alınmış olması ayrıca garabet.

Suçlamaların bir diğer dayanağı ise Demirtaş’a ait olduğu iddia edilen Twitter hesabı. Demirtaş, kendisine ait olmadığı kolayca belirlenebilecek olan bu hesabın hiç araştırılmadan iddianameye konulduğunu; Twitter kurallarını ihlal ettiği için kapatılan bu hesap kedisine ait olmuş olsa, kapatıldığında sansasyonel haber olacağını söylüyor.

Dün başlayan duruşmalarla birlikte sanıklara dönük suçlamaları pek çok kanaldan duyacağız. Acaba savunmaları da duyabilecek miyiz?

Daha önemlisi, dava konusu 55 bin kadar nüfuslu Suriye kentinin ismini nasıl yazıyorsak yazalım, konuya hukuka ve adalete dair ölçümüzü değiştirmeden yaklaşabilecek miyiz? Geleceğe güvenle bakabilmenin yolu işte bunu yapabilmekten geçiyor!