İktidarını kaybettikleri zaman korunmasız zavallı tiplere dönüşüyor diktatörler. Ama kodese tıkıldıklarında daha bir zavallılaşıyorlar. Ömer el Beşir eskiden emrinde olan askerler tarafından telefonuna el konulan bir diktatör eskisidir

Kodesteki diktatörler böyle kuklaya çevrilir

MEHMET ERDEM

Haberi okuyunca çok hoşuma gitti. Sudan’ın bir halk ayaklanmasıyla (sonradan kendisine benzer askerler iktidarı gasp etti tabii) devrilip kodesi boylayan eski diktatörü Ömer el Beşir’in tıkılı bulunduğu cezaevinde telefonuna el koymuş yetkililer. Biz sıradanlar için, eğer hapiste olsak, son derece olağan karşılanan bir önlem bu elbette ama bir zamanlar burnundan kıl aldırmayan bir diktatör eskisine yapılınca, eline geçireni sapıttıran kudret, güç gibi olguların, zamanı geldiğinde nasıl buharlaştığını göstermesi açısından çok çarpıcı oluyor haliyle.

Ülkede her sesi (sadece muhaliflerinkini değil, kendisi gibi düşünenlerinkini de bu arada) bastıran bu el Beşir İslamcıların ideoloğu da sayılırdı. Bizimkiler de (devlet katında da vardır dostu) hayli severler. Bir mahkûmun en temel haklarından biri olan telefon kullandırılmamasının nedeni hala bir işler karıştırıyor olması. Halk ayaklanmasını fırsat bilip yönetime gelen Askeri Konsey’in eski şeflerini kodese tıkmaları halk öfkesini dindirme amaçlıydı, bilirsiniz. “Uyarına gelince Beşir serbest bırakılır” deniyordu uzun zamandır. Ancak iktidarın tadını almış Askeri Konsey Beşir’e yeniden “gel buyur devlet senin” diyecek gibi durmuyor tabii. Kaldı ki, her an patlamaya hazır bir halk var Sudan’da. Beşir’i deviren müthiş bir kadın hareketi var. Konsey biraz da bu nedenle toplumdan “rıza almak” için Beşir karşıtı gibi görünmeyi sürdürecek.

Konu bu değil. Bu diktatör eskilerinin düşüşüne tanık olmaktan keyif alıyorum ben. O nedenle sevindirik oldum haberi okuyunca. Çünkü bunların her anlamda “düştükleri” zaman bile kuyruğu titretmeme gibi gülünç çabaları oluyor. Devrilmeyi kabul etmeyip hala “ben devlet reisiyim” diyerek babalanan, dolayısıyla yargılanıyor da olsa “özel muamele” görmek isteyen çok. Beşir de elinde telefon dilediği gibi muhabbet etmeye hakkı olduğuna inanmış demek ki. Yaramaz bir çocuktan oyuncağını alır gibi almışlar elinden telefonu.

NORİEGA’NIN VESİKALIĞI

Bunların içinde en berbatlarından biri Noriega’ydı, malum. Panama’nın eski diktatörü. Tam bir Amerikan beslemesiydi. Fazla abartınca konumunu, alaşağı ettiler. Ülkesinde uzun zaman hapiste yatarken kral gibiydi denir. Sonra ABD’ye yollandı. ABD’nin cezaevlerinden sorumlu birimi, tüm dünyaya cezaevinde çekilmiş, altında numaralar, kodlar yazılı bir vesikalık bir de yarım boy fotoğrafını yaydı. Ev soymuş hırsız gibiydi görüntüsü (zaten hırsızdı da hani büyük hırsızdı, gariban kapkaççı gibi değil). Bir
dönem kudretini hem keyif hem baskı aracı olarak kullanan zavallı bir tipti.

Bizde diktatörler şanslı aslında. Biri emekliliğini resim yaparak geçirdi. Rezalet resimlerdi, dönemin egemensever ne kadar güruhu varsa tablolarını satın alırlardı büyük paralarla. Dünyada “hayatın tadını” çıkarmış ender diktatörlerdendi. Pinochet de şansılardan sayılır bakın. Şili’nin bu uğursuz diktatörü de rahat bir yaşam sürdü, hiçbir zaman ülkesinde sorgulanmadı. Yatağında huzur içinde öldü. Ama daha önce de yazmıştım, Londra’ya geldiğinde (Thatcher çok severdi Pinochet’yi) kaldığı otelin yürekli bir garsonu (Şili’li de değildi üstelik, yani kişisel bir derdi yoktu) servis yapmayı reddederek diktatörü itin işkembesine sokmuştu. Bir alçağı itibarsızlaştırmak için küçük bir sorumluluk bile gerektiğinde bir karşı koyuşa yeterli olabilir.

Rahat ölmüş derken, İspanya’nın faşist diktatörü Francisco Franco da atlanmamalı. İyi yaşadı o da. Öldüğünde 82 yaşındaydı. Rahat yaşadı ama o da çok çok itibarsızlaştırılmıştır. Hapse atılsaydı bu kadar incinmezdi maço ruhu. Çünkü her faşist gibi kadın düşmanı olan bu diktatöre ilk meydan okuyan bir kadındı. Çok severiz onu, yani Dolores İbarruri’yi. “Faşizme geçit yok” onun sloganıdır. 1936 Temmuz’unda Madrid’de kalabalıklara yaptığı konuşması meşhurdur. Diktatörü delirtmiştir tabii. İspanya Komünist Partisi’nin kurucularındandır. Bir yıl Sovyetler Birliği’nde yaşadığı yıllar için “iki isim ruhuma ve kafama sindi mutlulukla: Lenin ile Sovyetler Birliği. Artık kendimi yalnız hissetmiyorum” sözleri de sevilmiştir.

“Bunlar diktatör. Bunlarda zaten itibar ne gezer” demekte haklısınız. Katılıyorum. Kendi kendilerini gülünç duruma düşürüp rezil edenler var aralarında tabii. Haiti’nin meşhur diktatörü, (hani şu Papa Doc lakabıyla da bildiğimiz) Francois Duvalier hayli kepaze bir egemendi. Batıl inançlarıyla meşhurdur. Bir ara rakiplerinden birinin siyah bir köpeğe dönüştüğünü söylediler buna, inandı. Memlekette ne kadar siyah köpek varsa hepsini öldürtmeye kalktı adam.

MÜZİK GEREKSİZ DİYEN DİKTATÖR

Ölüp gidiyorlar ama kendilerini “hayırla” yad edeceğimiz bir sürü budalalıklar bırakıyorlar arkalarında. Türkmenistan’ın meşhur Murat Niyazov’u vardı (son yıllarında Türkmenbaşı soyadını kullanmaya başlamıştı, şu kendini beğenmişliğe bakar mısınız?). Derdi neyse sakal düşmanıydı, sakal yasağı koydu ülkede. Tamam ben de sakal sevmem pek ama başkalarına yasaklamak da ne? Operayı, baleyi gereksiz bulurdu, o nedenle televizyonda, radyoda çalınmalarını yasakladı. Sonra tüm vatandaşlarına okuma zorunluluğu getirdiği Ruhname adlı bir kitap yazdı. Bu kitabı okumadan ehliyet bile alamazdı Türkmenler. Burada kalmadı tabii. Kitabı bir rokete bağlayıp kozmosa yolladı Niyazov rejimi. Uzayda falan birileri varsa okusunlar diye. Şaka
sanıyorsunuz ama değil.

Şimdi Demokratik Kongo dediğimiz eski adıyla Zaire’nin diktatörü Mobutut Sese Seko da tuhaf biriydi. Hakkında fazla bir kelam etmeme gerek yok. Adının anlamını yazayım, anlarsınız neden gerek olmadığını: “Dayanıklılığı, asla kırılmayan kazanma arzusu nedeniyle, fetihten fetihlere koşan, arkasında ateş bırakarak, her şeye gücü yeten savaşçı”.

Hayat sürprizlerle dolu. Hangi yetenekle, hangi bilgiyle hangi kültürle toplumunu yönetmeye kalkar biri. Diploma şart değildir anladık da insan başka açılardan geliştirir kendini. Neyse, sonuçta Ekvador Ginesi’nin eski diktatörü Francisco Macias Nguema ülkesinin başına geçmişti işte. Nasıl bir aşağılık kompleksi vardı bilemezsiniz; ülkede “entelektüel” sözcüğünü yasaklamıştı eğitimli, bilgili olanları kıskandığı için. Aldığı ilaçlarla halüsinasyon görürdü. Karşısında birileri varmış gibi konuştuğuna tanıklık edenler vardır. Kendisine layık gördüğü sıfatı şuydu: “Eğitim, Bilim ve Kültürün Büyük Üstadı”. 150 rakibini öldürdü. Nasıl biliyor musunuz? Askerlerine Noel Baba kılığı giydirerek.

Örnek çok. Bunlar aklıma gelenler. İktidarını kaybettikleri zaman korunmasız zavallı tiplere dönüşüyor hepsi. Ama kodese tıkıldıklarında daha bir zavallılaşıyorlar. Ömer el Beşir eskiden emrinde olan askerler tarafından telefonuna el konulan
bir diktatör eskisidir.

Gerçek demokrasilerde diktatörlerin sadece telefonuna değil, hırsızlıkla edindiği tüm malına mülküne el koyarlar. Hiç bir diktatör kaçınamaz bundan. Bakmayın siz Evren’in, Franco’nun, Pinochet’nin uzun yaşayıp rahat öldüklerine.

İstisnadır onlar. Çoğu hesap vererek gitmiştir nereye gittilerse. Ölmeden önce hapishanede olanların elinden telefonu da alırlar. Çok sevindim habere gerçekten.