“Kristof Kolomb, önce Karayip Adaları’na ulaşır ve oradaki kabilelere rüşvet vererek ülkelerini ele geçirir. Sonra gelen kâşifler de Amerika’yı keşfederken kabilelere rüşvet dağıtırlar. Hatta tüm New York arazisi böyle bir rüşvetle alınmıştır.”

Yukarıdaki paragraftaki ifadeler popüler tarih metinlerinde sıklıkla geçer. “Kâşifler”, kabilelere sürekli rüşvet verirler. Kolomb’un seyir defterleri İş Bankası Yayınları tarafından on yıl kadar önce yayımlandı, “büyük kâşif”in ne anasının gözü bir alçak olduğunu kendi kaleminden gün gün okuyorsunuz. Kolomb kimseye rüşvet filan vermiyor, barışçıl insanları kandırıyor, kaçırıyor, köleleştiriyor, satıyor. Yaptıklarına hırsızlık, sahtekârlık, açgözlülük, barbarlık denebilir ama İngilizce metinlerde neden “rüşvet” sözcüğü öne çıkıyor? Rüşvet veren kadar alanın da suçlu olduğu bir eylem. Kendisine verilen birkaç cam ıvır zıvıra kapılıp gemilere yaklaşan ve sonra toplu tecavüze uğrayıp mal gibi satılan bir kişi nasıl rüşvet almış olabilir?

***

Aldous Huxley, “Ses Sese Karşı” adlı kitabında bu konuya kafayı takmış. Bu ve benzeri birçok örnekle sözcüklerin tesadüfi veya kasıtlı güçlerinden bahsediyor. Kabile İngilizce “tribe”, rüşvet İngilizce “bribe.”
Bu iki sözcük arasındaki kafiye, kabilelerin rüşvet aldığı gibi bir yargıya ulaşmayı kolaylaştırıyor veya “magazinleştiriyor.” Bu “komik” söz oyunu soykırıma uğrayan Amerikan yerlilerini bir suçun ortağı haline getiriveriyor. Kendi adımdan da biliyorum: Yandaş veya sosyal medyada birileri bana ne zaman saldırsa “Ateş püskürdüğümü” yazdılar ve daha gözü pek olanları da “Ateş olsan cürmün kadar yer yakarsın” dediler. Bu iki deyim, yerli yersiz her an karşıma çıktı… Bir zamanların şanlı müteahhitti Korkmaz Yiğit’in mafya tehdidi karşısında “korkması” veya Yalova depreminde binası yıkılan onlarca müteahhitten sadece Veli Göçer’in hapse atılması da Aldous Huxley’in kullanabileceği örnekler olabilir.

Türk faşistleri 2000’lere kadar böyle şeylerden habersizdi. Yeni yüzyılla birlikte sözcüklerin algısal gücünün farkında yeni bir faşist versiyon türedi ve bu farkındalığı sonuna kadar kullandılar. Esad bir anda Esed oldu örneğin; Öcalan konjonktüre göre “bebek katili” ve “bilge önder” tanımları arasında gitti geldi. Bu gazetede 2010 yılında “Fetö” yazdığım için linç edilmiştim, iktidarın gözbebeği tutkulu bir şahıs telefon açıp “Bir sonraki yazında Fetullah Gülen Hocaefendi Hazretleri diyeceksin!” demiş ve eklemişti “Yoksa sonuçlarına katlanırsın.” Serdar Ortaç Ahmet Kaya’ya çatal attığı için bazen hain bazen kahraman ilan edildi ve o lezzetli böreğin Küt mü, yoksa Kürt mü olduğu sorunsalı bir türlü çözülemedi.

***

Sözcüklerin tahakküm aracı olarak kullanılmasında muazzam bir örnek “Rus Oligarkları”… Bu tanımlamaya göre Rusya’da bir oligarşi var ve bu milyarderler de Rus oligarşisinin parçaları. Oligarşi küçük bir grubun ülkeyi yönetmesi demek. Bu nedenle Rus Oligarkları terimi yanlış değil, çünkü Rusya’yı eski KGB yöneticilerinden oluşan bir oligarşinin yönettiğini herkes biliyor. Sorun Alexey Mordashov’un oligark olması değil, Samsung’un kurucusu Lee Byung-chul’un işinsanı olması olabilir mi? Dünyada kendi ülkesindeki küçük yönetici gruba rağmen zengin olabilen bir kişi var mı? İlaç, tarım, madencilik, internet veya ulaşım gibi sektörlerin başına kim elini kolunu sallayarak geçebiliyor? Bill Gates niye oligark değil? Povlsen Ailesi’nin şirin bir Avrupa ülkesi var, Rus oligarklardan neleri eksik? Ankara’daki küçük bir grubun himayesinde Rum ve Ermeni mallarına konarak semiren Sabancı veya Koç’a neden kimse Türk Oligarkı demiyor?

Rusya’yı mı Ukrayna’yı mı tutması gerektiğini bilemeyip bocalayan AKP’li bir konuşmacı televizyonda “Ama Rus oligarklarlı ülkenin doğal kaynaklarını yağmalıyor” dedi. Suudi Arabistan şeyhleri ne yapıyor kuzum? Ayrıca Türkiye’de yaşıyoruz ve doğal kaynak yağmasını Ruslardan öğrenecek halimiz yok.

***

Bir başkası Rus oligarkları denmesini “Çünkü Rusya totaliter bir devlet” diye açıkladı. Bana “totaliter devlet” tamlaması “Sağ ol teşekkür ederim” gibi gelir ama bunu bir kenara bırakayım: Jack Ma ne peki?

Putin totaliter bir diktatör. Dünyadaki benzerleri gibi bitkisel hayatta yaşamasına izin verdiği bir muhalefeti var ve bu sayede ele güne karşı “Bakın ben diktatör değilim, çünkü muhaliflerim var” diyebiliyor. Rusya’da anlaştıysak devam edelim: ABD sahiden bir demokrasi mi? Birikimlerin yüzde 99’unun, nüfusun yüzde 1’inde toplanması ne tür bir demokrasiyle mümkün olabilir? Günümüzdeki şaşalı gelişim kitlelere WhatsApp’ın tema rengini seçme özgürlüğünden başka ne kazandırdı?

Dünyanın her yerinde bireyin, sivil toplumun önü kapanıyor. Kitleler sınıfsal mücadelenin bir saçmalık olduğuna inandırıldıkça, yüz yıl önce elde ettikleri hakları kaybediyorlar. Sosyalizmden alınan her mevziye sömürgenler yerleşiyor.

Daha dün Fransa’nın açık desteğiyle Ruanda’da bir milyon insan mezbahada kesilir gibi kesildi. Bir kişi Renault’dan vazgeçti mi veya bir ülke Chanel dükkanı kapattı mı? ABD ordusu yüzbinlerce masum insanı yok ettiği için McDonald’s yasaklayan bir Avrupa ülkesi gördünüz mü? İsrail, her gün adım adım Filistin’i işgal ediyor, bu konuda kim ne yapıyor?

***

Aslında bu son soruya bir yanıt: Bakkaldan aldığı litrelik kolayı acımadan yola döken dayı var Filistin Halkı’nın yanında. Dayı’nın eyleminin Batı’nın Rusya’ya karşı yaptığı “kapatırız dükkânı” eyleminden ne farkı var? Almanya’ya gülemiyorsak, Dayı’nın hakkını vermeliyiz bence.

Malcolm X, Malcolm X olmadan evvel küçük suçlar işleyip hapse düşen lümpen bir oğlan. Hapiste yaşlı bir mahkûm onu kütüphaneye götürüp Britannica Ansiklopedisi’ni okutuyor. “Siyah” yazan maddenin altında yığınla olumsuz söz var: Kötü, karanlık, pis, korkutucu, şeytani…

“Dünyayı değiştireceksen” diyor yaşlı mâhkum, “İşe beyaz adamın kitabını yakmakla başlayabilirsin”

Beyaz Adam Amerika’yı keşfetmedi, Amerika’da zaten yerli uygarlıklar vardı. Beyaz Adam, yerlilere rüşvet vermedi, onları kandırdı, öldürdü ve ülkelerini sömürge yaptı. Beyaz Adam sınıf savaşını küçümsüyor ama uçakta hep birinci sınıfı tercih ediyor. Beyaz Adam, Beyaz Kadın dâhil her canlıya düşman, doyumsuz, iğrenç, ikiyüzlü bir varlık.

İkiyüzlülüğün sonu yüzsüzlük. Ukrayna’daki trajedide kimsenin yüzü bu nedenle kızarmıyor.