Geçen yıl 8 Eylül’de, yıllık izin sonrası yazdığım ilk yazının başlığı “Zor yazı”ymış. “Bir süre ara verdikten sonra insan sözcükleri birleştirmekte zorlanıyor” diye başlamış ve “Hele Erbil (Tuşalp) Abi’nin arkasından yazıyorsanız iş çok daha zor. Zor, ama zorunlu. Çünkü borçluyuz ona!” diye devam etmişim.

Bir yıl sonra aynı zamanda yazılan bu yazıyı kolay yapan o “Zor yazı”nın sonunda söylenenleri gerçekleştirmiş, Erbil Abi’ye olan borcumuzun bir taksitini ödemiş olmanın huzuru.

“Dün son yolculuğuna uğurladık Erbil Abi’yi İzmir’de. Ancak, insanlar unutulduklarında ölüyorlarsa, o ölmedi. Ölmez de. Don Kişotlar unutulmaz çünkü! Karaburun’daki dostları her yıl 5 Eylül’de yapacakları anmayı planlamaya başladılar bile. Alacaklı gitti Erbil Abi... Neyse ki, borcunu unutmayacak çok insan bıraktı geride,” diye bitirmiştim “Zor yazı”yı.

Geçen hafta sonu, İzmir’de ve Karaburun’da andık Erbil Abi’yi. Karaburun’daki dostları Cevat, Mesut, Hatice, Sefa ve uzun süre hayatı paylaştığı sevgilisi Ayşegül verdikleri sözü gerçekleştirmek için çok çaba sarf ettiler.

Erbil Abi, onun gazeteciliğinin temelini oluşturan ve Türkiye tarihinin en kritik dönemlerinin belgelerinden oluşan arşivini Toplumsal Araştırmalar Kültür ve Sanat İçin Vakıf’a (TAKSAV) bağışlamıştı. Bir önceki dönemin eksiklik ve aksaklıklarından öğrenerek her yıl geliştirilerek gerçekleştirilmesi planlanan ve önümüzdeki yıllarda uluslararasılaşacak olan Erbil Tuşalp Gazetecilik Günleri’nin düzenlenmesini de TAKSAV üstlendi. TAKSAV Başkanı yazarımız Selçuk Candansayar, tam da Erbil Abi’ye yakışan görkemli bir anmaya dönüşen ilk etkinliğin gerçekleşmesinde “Nimet paylaşımında kendisini en sona, külfet paylaşımında en başa” yazan bir yöneticilik anlayışıyla çalıştı.

Erbil Tuşalp Gazetecilik Ödülü’nün ilkini, çalışmalarını Erbil Abi’nin de yakından ve takdirle izlediği değerli meslektaşımız Zafer Arapkirli, Erbil Abi’yi gazetecilikte kendisi için de bir rol modeli ve “deniz feneri” olarak tanımladığı, gözleri dolarak yaptığı bir konuşmayla aldı.

Sonra, onun moderatörlüğünde; Prof. Dr. Sevda Alankuş ile birbirinden değerli meslektaşlarım Coşkun Aral, Mete Çubukçu, Namık Koçak, Faruk Bildirici ve benim konuşmacı olduğum “Savaşta ve Barışta Gazetecilik: Neyi, Nasıl Yapıyoruz?” konulu bir panel yaptık, “Karaburun’un Hyde Parkı” da denilen Nergis Kafe’de.

Kafe tıklım tıklım doluydu. Yola taşan, yola koydukları sandalyelerde ve ayakta paneli sonuna kadar büyük bir dikkatle dinleyen, kimileri İzmir’den, Urla’dan gelmiş nitelikli bir topluluk vardı.

Bu ilk ama görkemli Erbil Tuşalp anması için teşekkür etmemiz gereken insanlar var. Onların başında panel alanını son zamanlarda gördüğüm en büyük ve ilgili kalabalıkla dolduranlar geliyor.

İzmir’de Kent Kütüphanesi’nde Erbil Abi’nin kitaplarıyla bir Erbil Tuşalp köşesi açılmasına karar veren İzmir Büyükşehir Belediyesi Başkanı Tunç Soyer’in, Karaburun’da yaşadığı sokağa bir plaket çakan ve adını vermeyi planlayan Karaburun Belediye Başkanı İlkay Girgin Erdoğan’ın destekleri olmadan böylesi bir etkinliği gerçekleştirmek zordu.

Gazetemiz BirGün etkinliğin sponsorlarındandı. Ancak, Karaburun’daki iki mekana; katılımcıları doyuran, adını yöresel bir peynirden alan Kopanisti Restoran ve bizleri olağanüstü bir konukseverlikle limon ve mandalina ağaçları arasında kaybolmuş, minimalist, doğa dostu “karavan evler”inde barındıran TinyTown’a ne kadar teşekkür etsek az.

Tatil bitti ve şimdi gazeteciliğin ne demek olduğunu Erbil Abi’nin anımsattığı bir etkinlikle iş başı yapıyoruz.

Merhaba.