Ekonomik çöküşü gizlemek isteyen iktidar ile krizi fırsata çeviren sermaye salgın bahanesiyle asgari ücreti fiilen bin 168 liraya indirdi. Ki bu uygulama her ne kadar aralık ayına kadar uzatılmış olsa da işsizlik rakamları düşünüldüğünde kalıcılaşacağı öngörülebilir.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi Bilimsel Danışma Kurulu Üyesi Dr. Nilüfer Aykaç’ın raporuna göre hastalık açısından da en büyük risk, mavi yakalıların ikamet ettiği bölgelerde. İSİG’in raporuna göre 8 ayda en az 368 işçi Covid-19’dan hayatını kaybetti.

Dışarıdaki durum böyleyken ‘içeride’ tam bir ölüm kalım savaşı yaşanıyor. Bakanlık açıklamadığı için salgında kaç mahpusun öldüğünü bilmiyoruz ama hapishanelerde virüsten korunmanın pek mümkün olmadığını biliyoruz.

Karantina koğuşu adı altındaki kalabalık koğuşlara tüm Covid-19 şüphelileri ve hapishaneye yeni gelenler konuyor. Aynı ortamda kalanların karantinaya girerken hasta olup olmadığı bilinmese de çıktıklarında büyük ihtimalle hastalanmış oluyorlar.

Pandemide hapishaneler, çok az kişinin hayatta kalabileceği postapokaliptik filmlerdeki ortama benziyor. Gücü olanın hayatta kaldığı, diğerlerinin de gücü olana biat etmek zorunda kaldığı veya tutunamadığı bir düzen.

Adli mahpuslar sadece hakaretin değil fiziksel şiddetin de bir disiplin aracı olarak kullanılmasını kanıksamış olduğundan şikâyet oranı (siyasilere göre) çok düşük. Ancak Ceza İnfaz Sisteminde Sivil Toplum Derneği’nin yıllık raporunda yer verdiği üzere, mahpuslar yazdıkları mektuplarda infaz koruma memurlarının kendilerine sık sık hakaret ve küfür ettiğini, aşağıladığını ifade etti.

Pandemi döneminde kalabalıklaşmanın getirdiği gerilimli ortam da hapishanelerde şiddeti artırdı. Mahpuslardan hiyerarşinin en altında kalanlar, sadece idareden değil diğer mahpuslar tarafından da şiddete uğruyor. Derneğe başvuran tutuklular, infaz koruma memurları ve hapishane idaresiyle iyi ilişkileri olan mahpusların bundan cesaret alarak diğer mahpuslara şiddet uyguladıklarını anlattı.

Yani yoksul ve ‘kimsesiz’ mahpuslar ve çocuk tutuklular, sadece fakirlikle değil şiddetle de sınanıyor. Bundan biraz olsun kurtulmak için çalışıyorlar ama şu şartlarda:

Çalışan mahpuslar tecrübelerine göre stajyer, çırak, kalfa ve usta diye dörde ayrılıyor. Çocuk mahpuslar, stajyer olarak çalışıyor ve aylık maaşları yaklaşık 690 lira. Ustanın maaşı da asgari ücrete yaklaşmıyor: 1012 lira. Bunlar 2019 rakamları, yani asgari ücretin 2 bin 20 lira olduğu dönemden.

Ama yönetmelik gereği, kamu veya özel sektör hesabına çalıştırılan mahpuslara asgari ücretten düşük ödeme yapılamaz. Dolayısıyla çalışan mahpusların asgari ücret bedeli İşyurdu hesabına yatırılıyor, çocuk mahpusun aldığı dörtte birlik oranın dışında kalan para da cezaevinin İşyurdu Kurumu’na kalıyor.

Sömürü ve haraç düzeni, dışarıdakinden de kötü şartlarda. Tabii bu anlattığım kamu veya özel sektörde çalıştırılan mahpuslar için geçerli. Hapishane idarelerinin özel şirketlerle yaptıkları anlaşmalar kapsamında açık ve kapalı hapishanelerdeki mahpuslar, bu şirketler hesabına çalıştırılıyor. Tekstil işlerinden, ayakkabı ve mantı yapımına kadar pek çok farklı işte…

Cezaevi içinde temizlik, mutfak, kantin gibi işlerde çalışan mahpuslara ücret bile ödenmiyor. Sadece hapishane kendi belirlediği miktarda, arada bir harçlık verir, o kadar. Yasal olarak 18 yaş altı mahpusların çalıştırılması da yasak ama gerçekte işler öyle değil, tahmin edersiniz ki…

Peki, devlet mahpuslara bakmıyor mu?

Bakmıyor. Hapishanede de içme suyunu biz dışarıdakiler gibi kendi paranızla alıyor, günde 3 öğün yemek dışındaki kahve, meyve, peynir, şampuan, “kettle”, tuvalet kağıdı gibi tüm ihtiyaçlarınızı kendi hesabınızdan karşılıyorsunuz. Bu sebeple bazen “içeride” dışarıdaki kadar para gerekiyor…

Mahpusun artı değeri aynıyken aldığı ücretin çok çok daha az olması ve yaşam-çalışma koşulları, kölelik düzenine toplum olarak her geçen gün ne kadar yaklaştığımızı gösteriyor.