Dedesi 1915’te öldürülmüş. Babaannesi, o sıralar henüz dört yaşında olan babasını mağarada saklayarak kurtarmış. Aile 1938 yılında İstanbul’a, Samatya’ya gelmiş. Babası Kirkor, inşaatlarda kalfalık yapar annesi Mahruki, fabrikada çalışırmış. Ekmeğin karneyle alındığı, eve aylarca et girmediği yoksul bir hayat sürüyorlarmış.

İlk çocukları, bir yıl sonra Cerrahpaşa Hastanesi’nde doğmuş.

Daha Samatya Sahakyan Ermeni İlkokulu’na giderken çalışmaya başlamış. İlkokulu bitirdiği yıl, sıcak, çok sıcak bir yaz günü çalıştığı gümüş atölyesinde gömleğinin kolunu pres makinesine kaptırmış, sağ kolu omuz başına kadar presin altında un ufak olmuş. Cerrahpaşa’ya götürdüklerinde doktorlar “Bu çocuk yaşamaz” demiş, ameliyat olmuş, günlerce yoğun bakımda kalmış, yaşamış.

O sene utancından okula gidememiş. Ertesi sene “Okumalıyım, her ne pahasına olursa olsun okumalıyım” diyerek Kumkapı Bezciyan Ortaokulu’nda eğitime geri dönmüş. Sonra da Galata Getronogan Lisesi’ni birinciliklerle bitirmiş.

Bütün okul hayatı boyunca, yazları ve hafta sonları çalışmaya devam etmiş. Tahtakale’de işportacılık yapmış.

Konfeksiyon atölyelerinde ilik makinelerinde çalışmış.

•••

Liseyi bitirdiği yıl, 1957’de, o sıra Cerrahpaşa henüz ayrılmamış, İstanbul Tıp Fakültesi’ne girmiş.

Geçirdiği kazadan sonra sol eliyle iş görebilmek için çok çalışmış. Tek eliyle tüplerden şırıngaya ilaç çekmeyi, bu ilacı hastaya enjekte etmeyi öğrenmek için geceleri hastanede nöbete kalmış, evde portakallara su şırınga edermiş. Dikiş atmayı öğrenmek için ise, evde ne kadar sökük ve yırtık varsa dikermiş. İki yıl içinde tüm bu işleri kimseden yardım almadan tek başına yapıyor hale gelmiş.

Doktorluk diplomasını 1963, cildiye uzmanlığını 1967 yılında kazanmış. Cerrahpaşa’da 1973 yılında doçent, 1979’da profesör olmuş. Doğduğu, geçirdiği kaza sonrası ölümlerden döndüğü, otuz iki yılını öğretim üyesi olarak geçirdiği, kırk bir yıl üç ay süren Cerrahpaşa’daki hayatı yaş haddinden emekli olduğu 2004 yılında sona ermiş.

•••

Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nin efsane cildiye hocası Prof. Dr. Agop Kotoğyan, hafta başında hayatını kaybedince gazeteci Ersin Kalkan’ın 2004’te yaptığı röportaj ve hazırladığı biyografi yaygın olarak paylaşıldı.

Kısaca aktardığım hayat hikâyesinin yanında bir ayrıntı da dikkatimi çekti.
Röportaj için günlerce uğraştırmış, sonunda araya hatırını kıramayacağı dostları girince ikna edilebilmiş Kolsuz Agop. Çünkü, doktorların artist olmadığını, bilimsel tebliğler dışında dışarıya seslenmenin reklam olabileceğini savunuyormuş!..
Şimdiki, ekranlara çıkabilmek için kırk takla atan, kendisine uzatılan her mikrofona bilip bilmediği her konuda ileri geri konuşan tıbbın Seda Sayan’larına bakınca, nasıl da erdemli bir duruş.

•••

Ersin Kalkan güzel bir şey daha yapmış, oğlunun emeklilik törenine rahatsızlığı nedeniyle katılamayan annesi Makruhi Hanım’ın gönderdiği mesajı da eklemiş.

“Ciğerim Agop. Baban da okuma yazma bilmez idi, ben de. Sen, okudun. Sen hep okudun ve çok çalıştın can parçam. Biz fukaraydık, senin yaptığın şu çok zor yolculukta yanına yetecek kadar azık koyamadık. Bak, burada da açıklıyorum, herkes duysun: Oğlum, sana yeterince yardım edemedik ve ben hep üzüldüm buna. Pek belli etmezdi ama baban da buna çok üzülmüştü. Ama, sen bizim yüzümüzü hiç kara çıkarmadın. Her zorluğun üstesinden geldin. Garip kuşun yuvasını yapan Allah, uçmak istediğini anlayınca sana kanat taktı. Ciğerim Agop, çok çalıştın, çok yoruldun. Sana biraz istirahat et diyeceğim ama biliyorum ki beni dinlemeyeceksin. Şimdi, biraz hastayım ama sen biliyorsun ki yanındayım. Bilesin ki anacığın seninle iftihar ediyor. Baban da şimdi yukarıdan sana bakıyor ve gülüyordur. Ciğerim benim, senin o kara gözlerinden öpüyorum.”

•••

Daha yeni doçentliğini aldığı kırk küsur yıl önce bile biz Cerrahpaşalılar için örnek bir hocaydı Kolsuz Agop. Herkes derin bilgisinden, ders anlatmadaki ustalığından bahseder, en tembellerimiz bile dersini kaçırmamaya çalışırdı.
Şimdi düşünüyorum da…

Dahiliyeyi Vahe Aleksinyan’dan, geriatriyi Aram Suksasyan’dan, dermatolojiyi Agop Kotoğyan’dan öğrenen o nesil…
Ne kadar şanslıymışız.

Sadece hekimliği öğretmemişler…

Doktorluğun, bütün etnik ve dini kimliklerin üzerinde, hayata ve insana adanmış evrensel bir meslek olduğunu da bizatihi göstermişler bize.

Sevgiyle ve şükranla.