Gezi davasında mahkemenin açıkladığı karar -verdiği karar, demek abartı olurdu- iktidarın seçim sürecinde izleyeceği politikanın işareti olarak yorumlandı. “AKP daha da sertleşecek” tespitinin ardına eklenen listede yok, yok: İstanbul’dan başlayarak Büyükşehir Belediyelerine kayyum atayacaklar, Ekrem İmamoğlu’nu siyasi yasaklı yapacaklar, HDP’yi kapatacaklar, devletin zor gücünü sandık hâkimiyeti için kullanacaklar, sığınmacıları seçmen yapacaklar, seçim kurulları zaten çantada keklik. Bu listeye siyasi suikastlar, bombalar, ırkçı kalkışmalar gibi akıllara 7 Haziran – 1 Kasım 2015 zaman aralığını getiren fenalıklar da ekleniyor. Bir seçim stratejisi söz konusu olduğu için ‘havuç’ da gerekiyor; bu kapsamda yoksul yardımları, ücretlerde iyileştirmeler ve EYT gibi “seçim rüşvetleri” de listeye dahil ediliyor.

Eksiği var fazlası yok bu listeye “Erdoğan’ın koltuk korumalı seçim tarifi” demek abartı olmaz. Seçim süreci bu minvalde değerlendirildiğinde, muhalefetin hanesine düşe düşe iktidar hamlelerine tabi, edilgen aktör rolü düşüyor. Hemen belirteyim ki sosyal ve geleneksel medya aracılığıyla gittikçe yaygınlaşacağı anlaşılan bu değerlendirmeler, gerçeği kavramakta kifayetsizdir; görüneni göstermek, analiz değildir. Evet, seçim sürecindeyiz; evet erken ya da zamanında sandık gelecek ve evet sandığın bir kazananı, bir de kaybedeni olacak. Bunlar doğru, ancak eksik.

Sahi biz hangi koşullarda seçime gidiyoruz? Seçimler; siyasi rejimi işlevsizleşmiş, hükümet sistemi kurumsallaşamamış, toplum olma hasleti kaybolmuş, ortaklaşa varlıklarına çökülmüş ve üretken kapasitesi tarumar edilmiş, ağır bir iktisadi buhran içindeki bir ülkede gerçekleşecek. Bu ağır bilançonun 20 yıllık siyasi sorumlusu seçimleri nasıl kazanabilir babında “koltuk korumalı seçim tarifleri” kaleme alınıyor. Akıl alır gibi değil.

2023 seçim süreci, ülkenin ve toplumun yeniden kuruluş gereklerinin belirlenimi altındadır. AKP iktidarı bu gerekleri yerine getirebilecek ne örgütsel ne de programatik kapasiteye sahiptir. Şimdi pek telaffuz etmedikleri 2023 ile 2054 ve 2071 gibi simgesel tarihler, boş bir retorikten ibarettir; kanıtı da 2011 yılında açıklanan ve tüm devlet kurumlarınca rehber alınarak benimsenen 2023 Hedefleri belgesidir. Enflasyonu tek basamaklara, işsizliği yüzde 5’lere indirmek gibi somut 37 hedefin tamamında büyük oranlı sapmalar söz konusudur. Bu değerlendirme, AKP’nin devlet zoru ve alicengiz oyunları ile seçimleri kazanma hamleleri yapmayacağı anlamına gelmez. Aklımıza gelen ve gelmeyen her şeyi kazanmak için yapacakları kuşkusuzdur. Tam da bu noktada, kazandığında kaybedenlerin, kaybettiğinde kazananların olduğu koskoca bir insanlık tarihinin mevcut olduğu da hatırlanmak durumundadır. Şurası çok açıktır ki bu saatten sonra AKP’nin seçimleri kazanmak için seçeceği yol, onun sadece ve sadece iktidardan nasıl gideceğini belirleyecektir.

Gezi Davası mahkûmiyetiyle topluma hangi mesajların verildiğini tartışıyoruz; ama aynı kararın Erdoğan iktidarı üzerindeki etkilerini konuşmuyoruz. Oysa Gezi davası mahkûmiyeti ile AKP iktidarının meşruiyet alanı bugüne kadar hiç olmadığı ölçüde daralmıştır ve bu durum AKP içinde ve eteklerinde yer alanlar tarafından hemen kavranmıştır. Bunda Kılıçdaroğlu ve Akşener’in Gezi İsyanına sahip çıkma biçimi etkili olmuştur. Her iki lider de mahkûmiyet kararıyla el yükselten AKP iktidarının restini görmüş ve çıtayı AKP’nin de beklemediği seviyeye yükseltmiştir. Siyasi hamleleri poker oyucusunu andıran Erdoğan, ilk kez Millet İttifakı tarafından güçlü bir restle ve el yükseltme ile karşılaşmıştır. Bunun çözücü etkilerini AKP’de ve destekçilerinde görmemiz çok mümkündür.

Ülkemiz uzun zamandır, Türk milletini kendi şahsında temsil ettiği sanıyla davranan, kendine biat etmeyen geniş halk yığınlarını yok hükmünde bilip, meydan okuyanlara düşman hukuku uygulayan fiili bir Erdoğan idaresi altındadır. AKP’nin bu fiili idaresi karşısında Meclis muhalefeti hep şikâyet etti ve AKP’nin cari hukuka uygun davranmasını talep etti. Fiili durumu, uygulamadaki hatalar şeklinde kavrayan bu muhalefet tarzının etkili olması mümkün değildi. Zira millet-Erdoğan özdeşliği ile aynı anda hem egemenliğin kaynağı hem de gücün tekeli olan bir iktidar pratiğini, cari hukuka uygun davranmaya çağıran bir muhalefet, mezarlıktan geçerken ıslık çalmayı andırır bir görüntü vermekteydi. Bu asimetri ilk kez en belirgin biçimiyle Gezi Davası mahkûmiyetlerinin ardından bozuldu. Kılıçdaroğlu ve Akşener, Erdoğan idaresindeki egemenlik ve güç füzyonunu hem teşhir ettiler hem de gayrimeşru ilan ettiler. Bu ilk kez oluyor.

Son olarak “koltuk korumalı seçim tarifi” ile seçim sürecini analiz eden arkadaşlara, niyet yüklü her eylemin, niyet edilmemiş etkilerinin/sonuçlarının olacağı gerçeği hatırlatılmalıdır. Derin iktisadi buhran koşullarında yaşamını güvence altına almak için çırpınan milyonlar, sözü edilen tarifte yer alan kaos planı ile karşılaştığında, 7 Haziran – 1 Kasım 2015 zaman aralığındakine benzer davranışlar mı sergileyecektir? Hiç sanmam. Hâlihazırda yaşam güvencesi arayışındaki milyonlarda uyandırılacak güvenlik ve istikrar talebinin, güçlü lidere sığınma yerine değişim arzusunu çok daha da güçlendirmesi pek muhtemeldir. Sosyal eylemin niyet edilmemiş sonuçlarına dikkat çeken sosyolojik analizler kasıyorsa, bu toprakların kadim sözlerinden birini anımsamak kâfidir: Neye niyet neye kısmet.