Basın meslek örgütleri olarak Dünya Basın Özgürlüğü sıralamasında 180 ülke içinde 155’inciyiz diye hep şikayet ediyoruz. Cumhuriyet davasında bu sıralamanın normal olduğunu anladık. Çünkü bilmiyoruz. Bilmediğimiz konu da ne kadar iyi olabiliriz ki?

Komedi davadan adalet çıkmadı

Gökhan Durmuş - TGS Genel Başkanı

Cumhuriyet Gazetesi yönetici ve çalışanlarının yargılandığı davada 5 günün ardından ara karar verildi. 7 meslektaşımız tahliye olurken 4 meslektaşımızın tutukluğunun devamına karar verildi. Tabi bu bilgileri zaten biliyorsunuz ama bu da bir yerde meslek hastalığı hemen bilgiyi aktar.

Bu yazı benim 5 günlük dava sürecine, iddianameye ve savunmalara ilişkin izlenimim üzerine olacak. Dava hemen herkesin “Sence ne olur?” tahmin toplama, “Bu mahkeme heyetini tanıyor musunuz? İyi kararlar veriyor mu?” sorularıyla kendini umutlandırma girişimleriyle başladı. Kimlik tespitleri yapılıp iddianame okunduktan sonra başladı asıl gösteri. Cem Yılmaz gösterilerini aratmayan bir 4 gün yaşadık savunmalara geçilince. Aslında başlığı da tam Cem Yılmaz davası diye atacaktım da son anda vazgeçtim.

Hiçbir temel dayanağı olmayan, suç üretilmeye çalışılan iddianameye karşı yapılan savunmaların tümü dört dörtlüktü.
15 Temmuz darbe girişimin ardından tutuklanan gazetecilerin davalarını neredeyse tamamı komedi ve yargılanan gazetecilik. Nasıl mı? Bakın Cumhuriyet davası üzerinden örnekler vereyim size.

Gazetecilik yargılandı
Cumhuriyette 11’i (şimdi 4’ü) tutuklu 19 kişinin yargılandığı davadaki asıl suç Cumhuriyet’in yayın politikasının değiştirilmesi. “Sana ne be kardeşim? Gazete benim değil mi? İstediğim gibi değiştiririm. Beğenmiyorsan okuma” deyip çıkası geliyor insanın mahkeme salonundan. Tabi gazetecilerin çevresini etten bir duvar ile saran askerler izin vermiyor çıkıp gitmene. “O zaman açıklayacağız mecbur” deyip 5 gün boyunca Cumhuriyet’in yayın politikasını ve gazeteciliğin ne olduğunu anlatmak zorunda bırakıldı meslektaşlarımız.

“Şu haber ile kastınız neydi? Bu haberin şu terör örgütüne hizmet edeceğini düşünemediniz mi? Bu yazıyı yazarken amacın neydi?” bunlar sıkça sorulan soruların başında geliyordu. Ama benim favori sorum “Basın özgürlüğünün bir sınırı yok mu?” Israrla bütün Cumhuriyet çalışanlarının “Bizde basın özgürlüğü vardır, kimsenin yazısına karışmayız” sözlerine rağmen en az 5 defa soruldu bu soru. Yok sindirememişiz, basın özgürlüğünün ne olduğunun ağır ceza hakimine bile öğretememişiz. Buradan yeri gelmişken Milli Eğitim Bakanı İsmet Yılmaz’a çağrı yapıyorum “Yeni eğitim müfredatına basın özgürlüğü nedir?” diye bir ders koyun.

Basın meslek örgütleri olarak Dünya Basın Özgürlüğü sıralamasında 180 ülke içinde 155’inciyiz diye hep şikayet ediyoruz. Cumhuriyet davasında bu sıralamanın normal olduğunu anladık. Çünkü bilmiyoruz. Bilmediğimiz konu da ne kadar iyi olabiliriz ki?

Dünyanın neresine bakarsanız bakın bir terör eylemini gerçekleştirecek olanlarla konuşup haber yapmak ödül getiren bir gazetecilik faaliyetidir. Ama bizim ülkemizde bunu yapan Ahmet Şık’ın ödülü Silivri cezaevi oldu.

Akıllara zarar suçlamalar
Musa Kart’ın “3 gün Bodrum’a gidip deniz görelim dedik 9 aydır Silivri’de sadece duvar görüyorum” sözleri salonda kahkahaya neden oldu ama davanın özeti buydu bence. Türkiye’de yıllarca özellikle beslenen, büyütülen Gülen Cemaati ile AKP’nin arasına kara kedi girince Gülen FETÖ, Gülencilere ait şirketler de, bunlarla ilişkiye girenler de terörist yada destek veren ilan edildi. Hala yasal olarak faaliyetini sürdüren bir turizm şirketinden tatil için otel ayarlatmanın bedelini Musa Kart 9 ay cezaevinde yatarak ödedi. Dinleyince “böyle saçma şey mi olur” diyor insan ama burası Türkiye.

Evinin parkelerini değiştiren Akın Atalay’da bunun karşılığında ödeyeceği paranın 3 el değiştirdikten sonra FETÖ’cü bir esnaf da kalacağını ve bunun da FETÖ’yu desteklemek olarak karşına suç olarak çıkacağını bilseydi eski parkelerle yaşamaya devam ederdi herhalde. Evet yanlış anlamadınız suç bu. Yapmayın kardeşim, parkelerinizi sizden parayı aldıktan sonra ya yakacağından yada ayakkabı kutusuna koyacağından emin olduğunuz kişiye yaptırın. Cumhuriyet okur temsilcisi Güray Öz’ün suçu daha büyük. Adamın FETÖ’cü olup olmadığını bilmeden neden pide yiyorsun abi. Hadi yiyorsun kalk dükkana kendin git niye telefonla arayıp sipariş veriyorsun? Pideden vazgeç artık döner ye.

ByLock çok tehlikeli birşey onu anladım. Sende olmasa da tehlikeli. Kadri Gürsel’i aramış ByLock kullanıcıları, konuşmuşlar demiyorum aramışlar, mesaj atmışlar. Bu suç Türkiye’de. İşte bu suça en iyi cevabı Orhan Erinç verdi. Onu da aramış zalımlar, hemde arayan kaymakam. Bu soruya Orhan Erinç cevabı çok netti, “Bir ülkenin kaymakamı ByLock kullanıyorsa bu Valinin sorunudur”.

İşin özü mücadele zamanı
İşin özüne gelecek olursak, iktidara muhalif olan, gazetecilik yapmak isteyen, basın özgürlüğünü savunan insanlar AKP tarafından sevilmiyor. Suçlu olmanız gerekmiyor onlar suçu da buluyorlar. Mutlu değiliz, hüzünlüyüz. Hala 151 meslektaşımız cezaevlerinde.

Biz gazeteciler meslektaşlarımız özgürlüğü ve basın özgürlüğü için mücadele ederken halkımızın da haber alma hakkı için mücadele etmesi gerekiyor. Bu iki mücadele birleştiği zaman bu sorunları aşarız. Dayanışma her zaman kazanır. Birlikte güçlüyüz.