“Komik olmayanın mizahı”

> BELİT ÖZÜKAN @ozukanbelit

Koşulsuz ona güvenip, onu sevmenizi sağlayan gözleri var Kemal Gökhan Gürses’in. Sıcak, içten, yuvarlak.. Hemen teslim oluyorsunuz. Çocukluğumu bilirmiş meğer.
Levent Kazak’ın ise gözlerinin muzip ışığı, hem ona yaklaştırıyor insanı, hem de kendinize bir çekidüzen vermenize sebep oluyor. Aynı stüdyoyu paylaşırdık bir zamanlar, tanışıklığımız oradan.
Onlar da çok eski dostlar. Gümüşlük’e gelmişler başka bir dostu, Ali Met’i ziyarete.. Hemen düştüm peşlerine, büyülü bir geceye.. Uzatmayacağım lafı, onlarınki çok kıymetli çünkü. İki ustayla siyaset ve mizah ilişkisini konuştuk..

>>B.Ö: Siyasi mizahın çıkış noktası nedir?
L.K: Öncelikle mizahı ayırmayalım. Mizah mizahtır. Ben mizahın en üst dil, en üst seviyedeki iletişim olduğunu düşünüyorum.
K.G.G: Mizahın temeli muhalefettir, çıkış noktası da bu.
L.K: Öncelikle kendine muhalefet. Kendi varlığına.
K.G.G: İki insanın ilişkisi üzerinden anlatılan bir hikayede bile, mizah gözü ve gözlüğü varsa, o bakışın temelini de muhalefet oluşturuyor. Bir tür aidiyet reddetme. Aidiyetin ne kadar azsa sivriliklerin o kadar artıyor. Bunu da ruhundaki, beynindeki eğri yeri bularak yapıyorsun.
L.K: En zayıf noktanı buluyorsun aslında.
K.G.G: Ve ona yüklenmeye başlıyorsun.

>>B.Ö: Her eğriden mizah çıkar mı? Mesela cumhurbaşkanı?
K.G.G: Hayır onu çok trajik ve çok dramatik buluyorum. Kan var ortada.
L.K: Bu ülkede Süleyman Demirel, Turgut Özal, Necmettin Erbakan mizahı yapıldı, Ecevit yapıldı. Ama Tayyip Erdoğan zor.
K.G.G: Bizden kaynaklanmıyor bu.
L.K: Hani yapılır ama sakil durur.

>>B.Ö: Komik yanı yok mu hiç?
K.G.G: Olmaz mı? Komik yanı nasıl çıktı biliyor musun? Örneğin, bir yaver çıktı şimdi ortaya. Başbakan olarak çalışan biri var. Ancak ikisinin durumundan bir mizah üremeye başladı. Tıpkı Nokta ile Virgül, Yavru ile Katip gibi. O yüzden pişekarıyla daha eğlenceli oldu.

>>B.Ö: Peki ama mizahının az yapılmasında oluşturduğu baskı çemberinin hiç mi etkisi yok?
L.K: Erdoğan medyada, yargıda büyük bir baskı, korku oluşturdu, doğru, çok tahammülsüz. Bu bir anlama, algılama meselesi. Tarihi filmleri belgesel olarak algılamak gibi, mizahı da hakaret olarak algılama durumu var. Ama tek sebebi bu değil; sevimli de değil, güldürmez.

>>B.Ö: Mizahın tek derdi güldürmek midir peki?
L.K: Böyle bir şey yok. Mizah gerçeğin bükülerek sunulduğu bir bakış açısıdır. Filistinli çocuk, Hanzala küsüp arkasını döndüğünde, orada da bir mizah var, ama çok ağır. Mizah ağlatır da.

>>B.Ö: Hanzala’ya yalnız Filistinliler mi yoksa tüm dünya mı ağlar? Mizahın dili evrensel midir?
K.G.G: Evrensel bir tarafı var, doğru. Diğer yandan mizah hem çok günlük, çok anlık hem de o anın, bize geleceğe dair verdiği bir genetik bilgi var. Hayata bu kadar yayılmış bir şey, aynı zamanda son derece otantiktir, yerelliği de çok önemlidir. O yüzden zaman zaman jargonlar oluşur mizahta. Bunu sadece o yerelde yaşayan insanlar anlarlar.

>>B.Ö: Mizahın bir etiği var mıdır ya da acı olayların mizahı nasıl yapılır?
K.G.G: 12 Eylül öncesinde mizahın kullanımı, çok geniş bir alana sahipti. Mizahın birleşik cephesi çok güçlüydü. Türkiye’de beş yüz bin insanın aynı gün okuduğu bir mizah dergisi vardı. Televizyon tek kanallıydı. Ortak iletişim alanları çok sınırlandırılmıştı. O zaman da günde 30 insan ölüyordu. İnsanlar domuz bağlarıyla bağlanıp öldürülüyordu. Çok kanlı bir dönemdi. 12 Eylül darbesinden sonra o zaman benim yaşımdaki çocuk asıldığında o mizahçının durumunu düşünebilir misin? 12 Eylül’ün ertesi günü, politik portre çizen adamlar ne çizecekti? Kenan Evren’i mi çizecekti? Ona yalakalık mı yapacaktı -tüm bunlar Demirel Ecevit yüzünden oldu diye? Eğer geriye dönüp bakacak olursanız, bu söylediğim şeyler de çizildi bu arada. Bunları çizen arkadaşlar da büyük gazetelerin birinci sayfa çizerleriydi. Çıkışı onlar bulmadı. Çıkışı, aidiyeti daha az olan, daha sert, daha genç mizahçılar buldu. Bu çıkış bize Şükrü Yavuz’un Mustafa Kamil Zorti adlı bir karakteriyle geldi. Limon Dergisi de bizim 12 Eylül’den çıkışımızın mizahi alandaki habercisiydi.

>>B.Ö: Heberler’in de öyle bir çıkışı vardı sanki..
L.K: Artık o çıkış sanki daha zor. Bitirildiğinde de başka bir yer bulamadık kendimize. Sonra zaman ilerledikçe, “Biz gerçekten de devam edebilir miydik?” diye bir soru takıldı kafama. Sanıyorum edemezdik. Çünkü mizahın bir referans noktasına ihtiyacı vardır. Kendini üretebilmek için bir referans noktası seçer. Şimdi ülkede yalan öyle bir kabul gördü ki, normlar değişti. İş zorlaşmaya başladı. Bizim gerçek bir olaydan çıkarak, mizahı budur dediğimiz şeyler gerçek olmaya başladı. Şimdi bu gerçeklerin üzerine çıkmak çok zor.

>>B.Ö: Yani mizahçılar zor durumda mı diyorsunuz?
K.G.G: Bu mizahçıyla ilgili bir şey değil. Bahsettiği alan son derece popüler bir alan. Bambaşka bir mekanizma. Televizyon, mizahçının çizgisiyle, onun muhalefet arzusuyla, iştahıyla, cesaretiyle falan yürüyen bir şey değil. O mekanizmanın başka bir iç gerçekliği var ve sen orada seninle mücadele edecek insanı bulamıyorsun. O insanı bulamadın mı sen zaten kanalını kaybediyorsun.

>>B.Ö: O zaman mizahın yeni mecrası sosyal medya diyebilir miyiz?
Sosyal medya ve Gezi mizahının çıkışından konuşalım mı?
L.K: Yoktu ve birden ortaya çıktı diyemeyiz. Mizah, baskı altında konuşacak yol bulmak demektir, bir çıkış yöntemidir. Gezi’de çok acayip bir şey oldu. Biz kendi kendimizi keşfettik. Hep popüler değerlerle beslenen mizahın dışında, birden bire toplumun dertleriyle beslenen üstün bir mizah ortaya çıktı ve gurur duyduk. Bir mizahçıyım, çırak çıktım. Gezi hareketini birleştiren en önemli unsur aslında mizahtır diye düşünüyorum.
K.G.G: Bu çocuklar aynı zamanda orada politik bir mücadele veriyorlar. Bir var oluş mücadelesi. Bunu yaparken, daha önceden sahip oldukları değerleri sınayabilecekleri örgütlü ya da faal bir yapı yok. Bununla ilk defa karşı karşıya kalıyorlar. Karşı karşıya kaldığında yanındakine, arkandakine bir bakarsın. Karşı karşıya kaldığın durum da o güne kadar efsaneleriyle, hikayeleriyle çok büyütülmüş, devleti koruyan bir mekanizma. Polis ve askerle karşı karşıyasın ve adamlar çok güçlü. Bir takım yollarla onlarla mücadele etmen gerekiyor. Ellerinde gaz fişekleri, TOMALAR. Senin elindeki silah ne? Cep telefonu.
L.K: Muhteşem bir silah.
K.G.G: Bu silahı senin yanındaki de kullanıyor. Bir bakıyorsun, orada olmayanlar da kullanıyor. Bir bakıyorsun tüm dünyada, aynı anda herkes o ağda. Sana oradan biri fişek atıyor. Sen de onu, atarken çekiyorsun. Onun görüntüsünü paylaştığın anda bütün dünyayla bir ordunun içindesin sen. Çok büyük bir ordu bu.

>>B.Ö: Silahları da mizah ve sosyal medya mı?
K.G.G: Sadece bunlar değil. En önemli silahlarını unutmayalım: Çocuklar haklıydı. Şimdi senin çocuğun haklı olduğu anda “Çocuk haklı” der arkaya atarsın. Çocuklar da dedi ki “dur anne, dur baba, bu işi ben yapacağım” Bunu diyen bir çocuk çıktı. Bizim evde çıktı bu çocuk. Biz bilmiyormuşuz bu çocuğu. Bir de bu çocuklar kendi aralarında konuşmaya başlamışlar. Biz bunu fark etmemişiz.
L.K: “Ah be abi bu genç kuşak çok kötü yetişiyor, çok apolitik” derken birdenbire kafamız öyle bir balyoz indi ki...
K.G.G: Sonucundan çok mutluyuz.

>>B.Ö: Peki mizahın eleştireceğimiz hiç bir yanı olamaz mı? Bir yandan da Gezi mizahı her şeyle bir dalga geçme, her şeyi bir mizaha çevirme hali de getirdi. Bazen gazımızı fazla mı alıyor diye düşünmeden edemiyor insan.
L.K: Ya o kadar soylu bir davranış ki. Orantısız bir güçle savaşırken bir takım fikirlerle, aldığın haksız mağlubiyetleri bir gülücüğe çevirebilmek o kadar güçlü bir şey ki. Deminki soruyu şöyle sorduğunu farz et bana. İngilizcenin hiç mi eleştirilir yanı yok? Ya da Almancanın? Olmaz ki.. Mizah da bir dil olduğu için eleştirilebilir bir tarafı yok.
K.G.G: Şu anda, bizim yaşadığımız gerçeklikte mizah, gerilimleri parçalayan bir deterjan gibi. Biz mevcut gerilimi oluşturan şeylerin aslında bu adamların hayatlarıyla doğrudan alakalı, bizimle hiçbir ilgisi olmadığını gösteriyoruz. Mizah zaten bunu aynalaştırıyor, çıplaklaştırıyor. Sen gerilimi kırdığın anda, o adamın bağıra bağıra söylediği şeyin hiçbir anlamı kalmıyor. Adam sadece bağırdığıyla kalıyor.

>>B.Ö: Mizah yalnızca gerilimi kırmak için mi vardır, çözüm önerisi sunmaz mı?
K.G.G: Sunmaz. Mizah eleştiridir. Ve orada kalır.
L.K: Ama mizah, çözümden yanadır. Eleştiriyi yapmanın tek sebebi kapatmamaktır meseleyi. Meseleyi hep açmaktır.

>>B.Ö: Gökhan, Karga Kafası diye bir şey yapıyorsun Twitter’da. Gazeteye çizmekten farkı ne?
K.G.G: Karikatür, çok anlık reaksiyon gösterebilen bir şey. Örneğin gazeteye günlük yazıyorsun, çiziyorsun ve ertesi gün hemen yayınlanıyor. Mizah dergisinde bu haftada bire iniyor. Karga Kafasıyla ben bir tür çizgili tweet atıyorum aslında. Günlük hikayeye çok azıcık bir mizah sosu ekleyerek, o olaya başka bir yerden nasıl bakarız, onu deniyorum. Twitter bana göre, gerilim anlarında, birbirimize ihtiyacımız olan anlarda, bizim güçlü bir ağımızdır. Twitter da gündelik örgütlenme için çok büyük bir avantaj sağlıyor. Bir pencere bu. Bu pencereden dünya giriyor içeriye. Orası ortak, kamusal ve anonim bir mizah alanı.

>>B.Ö: Levent Kazak, Twitter’ın önerdiği 10 mizahçı hesabından biri. Kendini Twitter’da mizah yapmak zorunda hissediyor musun?
L.K: Hayır ama karşı tarafta öyle bir şartlanma var. “Bugün hava güzel” diye yazdığımda, “ hiç komik değildi” diye eleştiriler alabiliyorum. Zaten şu sıralar twitter’a çok az giriyorum, rejimdeyim. Yorulduğum şey de malumatfuruşluk. Her an her şeyi öğrenmek zorunda değilsin kardeşim, sürekli bir bilgi akışı, gerçekten çok yorucu olabiliyor. Ama şu da var, bu hukukun guguk olduğu bu günlerde hayattaki en büyük güvencemiz de sosyal medya, başına bir şey geldiğinde ‘imdat’ diye bağırabileceğimiz tek mecra maalesef, bunu atlamamak gerek.