Radikal İki ve Taraf’ta devam eden ve diğer yayınlara kadar uzanan sol Liberalizm-liberal sol tartışması alevlenmişken; Komünist Liberalizm kavramı da nereden çıktı diyeceksiniz büyük...

Radikal İki ve Taraf’ta devam eden ve diğer yayınlara kadar uzanan sol Liberalizm-liberal sol tartışması alevlenmişken; Komünist Liberalizm kavramı da nereden çıktı diyeceksiniz büyük bir ihtimalle; hatta daha sert ünlemleri bile tahmin etmek mümkün. Elbette biraz da ironiyle bu başlığı ben koydum. Ama Ahmet Altan, geçen haftaki Taraf’taki yazısına “Sol ve Globalizm” adını koymasa bu başlığı da atabilirdi; belki de gelecek yazıya artık... Gazete sayfalarını Marksizmin bastığı bastığı; sınıf, sınıf mücadelesi, devrim kavramlarının havalarda uçuştuğu geçtiğimiz hafta, Altan’ın 29 Ağustos tarihli yazısı dudak uçuklatacak derecedeydi; hatta cürette. Bir  çağdan bir çağa geçtiğimizi, hayatın tümüyle değiştiğini,  kavramların farklılaştığını ve sınıf yapılarının değiştiğini söyleyen, solun bunu göremediğini vurgulayan  Altan göre, “İşçi sınıfı sahneden çekiliyor. Ki bu gelişme insanlık tarihinin belki de en övünülecek, en büyük aşaması. Pek de uzak olmayan bir gelecekte insanlar, üretime bedenleriyle katılmayacaklar. Aletleri, aletler yapacak. Teorisini büyük ölçüde “işçi sınıfı” üzerine kurmuş bir ideoloji, işçi sınıfı yok olunca ne yapacak”

Globalizmin artık liberaller tarafından da eleştirildiği (J. E. Stiglitz gibi), kurtarıcı bir “Keynes” beklendiği, tarihteki en büyük işçileşme(proleterleşme) süreçlerinin yaşandığı günümüz düşünüldüğünde, yukarıdaki cümleler safdillice cüretli. Altan “Bilgi Toplumu” efsanesiyle kendinden geçmiş bir şekilde, kendi biçimsel sınıf anlayışını sola ipotekliyor; işçi sınıfı dediğinde aklında sadece “mavi tulumlu elinde İngiliz anahtarı” olan bir tip canlandırıyor; ki hala böyle bir çoğunluk vardır ve gerçektir. Öncelikle  şunu söylemek gerekiyor:  Marksizmde sınıf, bir form değil bir ilişkidir; ve bu ilişki mücadele, mülkiyet ve sömürü ekseninde döner; yani İngiliz anahtarının yerini maus’un, ya da mavi tulumun yerini beyaz gömleğin alması ilişkiyi değiştirmez. Ki, beyaz yakalı işçileşme ve yeni orta sınıfın “ağzında suşi tadıyla” kalması  bu kadar ayyuka çıkmışken. Altan, robotların ve bilgisayar çiplerinin, parlak yüzeyli Lap Top’ların ya da çok şık tasarlanmış bir spor ayakkabının, ya da bir reklam yazarını “yaratıcı fikirinin”  arkasındaki emek sömürüsünü, atölyeyi göremiyor; vitrin gözünü kamaştırıyor. Emeği taşeronlaştıran, esnekleştiren, emek örgütlenmelerini kuralsızlaştıran neo liberalizm, atölye ve fabrikanın pasını yoğun bir hizmetler sektörüyle(tasarım, reklamcılık, medya, bilişim, finans) gizlemeye çalışıyor; yerine hizmetin şık parıltısını geçiriyordu. İşte Altan tam buraya takılıveriyor.

İşçi sınıfının  yok olacağına ya da değiştiğine dair tezler, sağdan ya da soldan; Daniel Bell’den(sanayi sonrası toplum), Andre Gorz’a(Elveda Prolerya!) 1960’larda en çok da 1990’lı yıllara fazlasıyla telaffuz edildi; mülkiyet ilişkilerinin değişip, eğitimli bir “menejerler devrimine” geçildiği tezleri de. Fakat onların bile cüret edemediği tezi Altan söyleyiveriyor: “İnsanlık, sınırsız tek bir dünyaya doğru yürüyor ama bunu işçi sınıfının değil kapitalistlerin öncülüğünde yapıyor. Şimdi devletler ortadan kalkıyor.Yakında bizim bildiğimiz sınıflar ortadan kalkacak. İşçi sınıfının olmadığı bir dünya da burjuvazi de varlığını koruyamaz çünkü.” Yani burjuvazi de hizmetler sınıfının içinde eriyerek ortadan kalkacak. Evet liberalizmin Komünist aşamasına geliverdik!  Neden mi? Altan’a  göre artık, “mülk” sahipleri dünyanın en güçlüleri ve en zenginleri değil, yaratıcı fikir sahipleri onları geçti. Tek bir iyi fikirle, yoksulluktan zenginliğe zıplamak mümkün. Şaşırmamak mümkün değil, sanki bu “iyi fikir” sermaye, atölye, fabrika ve de işçi gerektirmeyecek; anında “ürün” oluverecek. Matrix’e hoş geldiniz; Ya da “ezilen” robotlar diyarına. Pes yani! Solu ve Marksizmi tartışırken biraz daha derinlik.