Türkiye, Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Erdoğan’ın sınır tanımaz girişimleriyle “niteliğinin değişimi” yolunda hızla ilerliyor.

Geçen hafta sonu, yapılan “dört işlem” ile bir büyük siyasal darbe gerçekleştirilerek, geleceğin Türkiye’sinin ilk görüntüleri sergilendi. Cumhurbaşkanı kararlarıyla, yaklaşık dört ay önce atanmış olan Merkez Bankası Başkanı görevinden alındı; İstanbul Sözleşmesi’nden çıkıldı; Kanal İstanbul “devlet güvencesine” alındı ve Gezi Parkı İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nden alınarak bir vakfa aktarıldı.

Çarşamba günü yapılan ve sağlıkla ilgili “kural tanımazlığın kitleselleştirildiği”; hemen her konuda da AKP’li olmanın “özgürleşme” olduğunun bilinçle sergilendiği AKP Büyük Kongresi’nde gidişin çerçevesi çizildi.


BİR YOLCULUK Kİ

İlçe ve il kongrelerinin “inandığın yolda yürü…” vurgusu Kongre’de “inandığın yolda yürü Türkiye” biçimindeydi.

Kongre’de bu anlayışın içi dolduruldu. Şöyle ki Erdoğan, ülkesel ve küresel sorunları her zaman yaptığı gibi kendi gözlüğüyle özetledikten sonra, çözüm yolunu da özenle önerdi, “unutmayın iman varsa imkan vardır” dedi.

Gerçekte bu sözler bir saat 46 dakika 25 saniye süren konuşmanın tam bir özetidir; yolculuğun dört-dörtlük tanımıdır.

Bu sırada, konuşmada özenle vurgulanan salonda bulunan tüm katılımcıların “ayağa kalkması” ve “tek” sözcüğü ile başlayan vatan, millet, bayrak ve devlet dörtlüsünün sıralanması aslında bu özü ya da çekirdeği saran koruyucu kabuktan başka bir şey değildir.

Konuşmada vurgulandığı gibi, Erdoğan için bireysel sorunların olduğu kadar ulusal ve küresel sorunların çözümü için de tek önkoşul “imanın” varlığıdır. Dahası, iman ile olabilirlik arasında nedensellik vardır.

Kendisi niteliği gereği tartışma dışı ve öznel bir kavram olan iman, Erdoğan’a göre, yaşam hakkından işsizliğe, hukuktan eğitime, sağlıktan özgürlüğe tüm sorunların çözüm yolunu gösterir. Bundan böyle, ekonomiden spora tüm yönetim birimlerinde “kazanmak için iman” anlayışının yerleştirilmesi, hiç şaşırtıcı olmaz.

Kongre sonrasının bir kez daha kanıtladığı gibi, CHP, AKP iktidarını bir görme engellinin fili tuttuğu gibi değerlendiriyor; ya bütünü göremiyor ya da bilerek ve isteyerek görmezlikten geliyor.

Oysa, Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu, 2010’dan buyana, kendisi dini söylemi sürekli kullanmakla kalmıyor, CHP’ye o çizginin kadrolarını ve anlayışını yerleştirmek için çok çaba harcadı ve harcamaya da devam ediyor. Ayrıca değerlendirilmesi gereken bu uğraş bir tarafa CHP, AKP’nin kararlı bir biçimde yukarıda özetlenen gidişi karşısında tamamıyla suskun kalıyor.

Dahası, sormak gerekiyor. CHP’ye en tepeden getirilen ve milletvekili yapılan örneğin Refah Partisi kökenli Mehmet Bekaroğlu ya da Saadet Partisinden ayrıldıktan sonra geçenlerde törenle CHP’ye giren Nazır Cihangir İslam bu konuda ne düşünüyorlar?

Bu ikilinin ve CHP’deki diğer Siyasal İslamcı kökenlilerin, Erdoğan’ın, “iman varsa olanak ve çözüm vardır” görüşünü, enine-boyuna değerlendirmeleri, yalnız milyonlarca CHP emekçisinin değil, tüm kamuoyunun da beklediği bir gerekliliktir.

CHP başta olmak üzere tüm muhalefetin de, imanı nesnel bir gerçeklik olarak kutsayıp ülke sorunlarını tartışmalarında bir tarafa bırakmaları ve sorunların gerçek çözümünün özgür bilimin yol göstericiliğinde olduğunda “ittifak ederek” bunu tüm boyutlarıyla topluma sunmaları gerekiyor.

Bu yapılmazsa, bir kez daha “atı alan Üsküdar’ı” geçer. İman temelli bir anayasa Erdoğan’ın dediği gibi “2022’nin ilk yarısında” kolayca hazırlanır. Çünkü yeni anayasa olarak yalnızca bir madde: “İman varsa imkan vardır” yazılırsa bile yeterlidir. Böyle bir anayasanın halkının yüzde 99’unun Müslüman olduğu Erdoğan tarafından sıklıkla öne sürülen bu ülkede, halk oylamasında da yeterli oy desteğini kolayca alır. Böylece gerçek “2023 hedefine” ulaşılmış olur.
O tarihte “Hilafet” açıkça ilan edilsin ya da edilmesin, hiç fark etmez, Türkiye Hilafet özellikli yönetime çoktan geçmiş olur.