Bu kadar beylik bir başlık atmak istemezdim ama bambaşka bir ruhani boyuta geçiren performanslardan birini önceki gün izledim ve bu başlık deneyimlediğimiz bu şeyi tam olarak tanımlıyor

Konser değil ayin

İzlemek isteyip de izleyemediğim konser veya sanatçı çok az. Özellikle Prince ve Neil Young gibi efsaneleri canlı kanlı izlediğim için çok mutluyum. Bruce Springsteen ve Tom Waits’i hiç görememiş olmanın derin üzüntüsü içimdedir. Nick Cave ise ayrı bir dava, bambaşka bir durum. 25. İstanbul Caz Festivali kapsamında Sayın Cave’i tekrar izleme şansına eriştik.

Tekrar diyorum çünkü İstanbul’a daha önce gelmişti ve ben maalesef o konsere gidememiştim. Önceki gün Küçükçiftlik Park’ta gerçekleştirilen konserin her dakikası bir hikâyeye işaret ediyordu. Başından sonuna kadar bir hikâyesi olan konserlerden biriydi bu. Hani bazı şarkılar sizi bir yerden soyutlar ve bambaşka bir yere gittiğinizi hissedersiniz ya işte bu konser de öyleydi. Sahnede 16-17 şarkı çalındıysa da aslında bu konser tek bir şarkı veya giriş gelişme sonucu olan bir metin gibiydi. Bu konserin büyüsü buradaydı. Sonunda “Bu bitmiş olamaz” diyerek birbirimize bakakaldık.

Öncelikle ayin dememin sebebini hepimiz biliyoruz. Şairane bir performans, sahne enerjisi, hikâye anlatan şarkılarda müthiş bir orkestra ve özellikle de Warren Ellis gibi bir çoklu enstrümancı devreye girdiğinde ortaya inanılmaz bir şey çıkıyor. Cave ve Ellis haricinde Thomas Wydler, Martyn P. Casey, Jim Sclavunos, George Vjestica, Toby Dammit’ten oluşan The Bad Seeds sahnede muazzam.

Ah Loverman Ah!

Yurtdışı festivallerini filan bırakıyorum bir köşeye, özellikle İstanbul’da son 15 yılda izlediğimiz büyük konser sayısı hiç de azımsanamaz. Yalnız ben hayatımda Nick Cave’in önceki gün verdiği konser kadar etkileyicisini izlemedim.

Öncelikle Nick Cave sahneye adım atar atmaz seyirciyi avcuna alan bir enerjiye sahip. Bu öyle çalışarak filan geliştirilebilecek bir şey değil. Bu net bir biçimde insanın içinden gelen bir enerji. Nick Cave’de bu fazlasıyla var. Sahneye çıktığı andan konser sonuna kadar patron o. Kısmen deli, büyük ölçüde dahi bir havası var. ‘The Weeping Song’da seyircinin arasına girmesi, ‘Stagger Lee’ ve ‘Push the Sky Away’de yaklaşık neredeyse 20 kişilik bir seyirci grubunu inanılmaz bir samimiyetle sahneye alması enerjisi körükledi. Benim için konserin tepe noktaları arka arkaya gelen ‘Do You Love Me’ ve ‘From Here To Eternity’ oldu. Yer yer noise rock’ın sınırlarını zorlayan performansın genel olarak en havalı anlarıysa ‘Red Right Hand’ oldu. Sanırım hayatımda dinlediğim en ‘cool’ şarkı her zaman bu oldu, tartışmasız. Konser şarkı listesinde olduğunu bildiğimiz ‘Loverman’in çalınmaması hafif bir burukluk yaratmadı desem yalan olur ama çıkıp da Nick Cave’e “neden “ diye soracak değilim. Gelip en sevmediğim şarkıları çalsa bile dinlerim fakat bu konseri oluşturan şarkıların çok bilinenler olması da dikkat çekiciydi.

Sahne düzeni Nick Cave’in bu turnesindeki her ayakta yaptığı gibi sahneden seyirciye kolay ulaştığı bir rampa düzeneğinden oluşuyordu. Sahneden iner inmez hem sağa hem de sola doğru yürüyüp seyircilerle el ele bir konser verdi. O, her yaklaştığında seyircinin elleri ona doğru yükseldi o da seyirciyi hiç kırmadı. Fakat bu sırada karizmasından da asla ödün vermedi. Lana Del Rey’in sahne önündeki herkesi takı merasimindeymiş gibi öpmesi aklıma geliyor da…. O yıllarca uğraşılan sahte karizmanın nasıl yerle bir olduğuna şahit olmak bir kez daha eğlendiriyor beni kimse kusura bakmasın.

Lafı uzatmak istemiyorum lakin bu yazıyı okuduğunuzda maalesef önceki günkü konseri izlemiş olamayacaksınız. Hissiyatımın yakınından bile geçemeyeceksiniz. Hislerimi aktarabilmem mümkün değil. Anca bu kadar oluyor işte...

25. İKSV İstanbul Caz Festivali’nin uzun yıllar konuşulacak bir anına tanıklık ettik. Bundan tam 5 gün sonra festivali Robert Plant & The Sensational Space Shifters, Harbiye Cemil Topuzlu Açık Hava Sahnesi’nde kapatacak. Şimdiden nice 25 yıllara…