Metin Belgin’in 29 yıldır Devlet Tiyatroları’nda sahnelenen Kontrbas oyununa ilişkin, “Kontrbas çalamıyorum, başladığımda oyunu bir veya iki sezon oynarım diye düşünmüştüm ama bitmedi” diye konuşuyor.

Kontrbasıyla 29 yıldır sahnede

Eda Köprü Yılmayan

Alman edebiyatının münzevi yazarı Patrick Süskind’in kitabından uyarlanan ‘Kontrbas’ oyunu 29 yıldır Devlet Tiyatroları’nda sahneleniyor. Metin Belgin’in hem yönetmen hem de oyuncu koltuğunda oturduğu eser bir kontrbas sanatçısının enstrümanıyla olan ilişkisini anlatıyor. Oyun tek kişilik olsa da kontrbas iri cüssesi ve davudi sesiyle sahneden izleyiciye göz kırpıyor. Metin Belgin, eserin Süskind’in yaşamından izler taşıdığını belirtiyor. Seyircide merak uyandıran entsrümanın hikâyesini ve Metin Belgin’le olan yolcuğunu kendisinden dinleyelim.

Kontrbasla nasıl tanıştınız?
Patrick Süskind bu oyunu yazdıktan sonra bastıracak yer bulamamış. Metni 1980 yılında yazıyor ancak yayınevi bulamıyor. Daha sonra 1985 yılında Koku romanını yazıyor. Kitabın Türkiye’de iki ayrı çevirisi var. Daha önce kitap Kıyı Yayınları’ndan çıkmıştı. Ben de kitaba 1991 yılında bir kitapçıda rastladım. Daha önce yazarın Koku romanını okuduğum için çok heyecanlandım. Kontrbas’ı okuduğumda zor olduğunu, oynanamayacağını düşündüm ve kitaplığıma koydum ama oradan dürttü beni sanırım. Uzun bir süre kitabı aldım, bıraktım daha sonra oyunu devlet tiyatrolarına önerdim.

Eser devlet tiyatroları için Hale Kuntay tarafından çevrilmişti. Hatta öğrendiğim kadarıyla Cüneyt Gökçer için çevrilmiş. Ancak Cüneyt Gökçer “Bana göre değil bu oyun” demiş. 1991 yılının sonlarına doğru çalışmaya başladım. 11 Ocak 1992’de Atatürk Kültür Merkezi konser salonunda seyirciyle buluştuk. Bir sezon oynarım diye düşündüm ama 29’uncu yıla geldik. 11 Ocak 2021’de 30’uncu yılına basacak.

Oyunu daha önce tiyatro festivali için de önermiştim. Dünyada sahnelenen birçok Kontrbas var. Kontrbaslar haftası yapalım istemiştim, olmadı. Oyun Ankara Devlet Tiyatrosu’nda da sahneleniyor. 1993 yılında Olcay Kavuzlu oyuncu arkadaşıma da Kontrbas’ı çalıştırdım. Yani devlet tiyatrosunda iki kontrbas var, ikisi de benim çocuğum sayılır.

ON KEZ İZLEYEN SEYİRCİ DE VAR

İlk oynadığınız günden bugüne oyuncu ve yönetmen olarak neler değişti?

1991 yılında devlet tiyatrolarına oyunu önerdiğim zaman bana mutlaka bir yönetmenle çalışmam gerektiği söylenmişti. Ben de inatla kendi kendimi yöneteceğim diye iddiada bulundum. Aradan birkaç ay geçtikten sonra “Tamam, yap” dediler. Reji asistanı olarak da meslektaşım Zafer Algöz’le çalıştık. O dönem sahneye bir kamera kuruyordum. Gündüz oyuncu olarak geceleri de yönetmen olarak kendimi eleştiriyordum. Zaman zaman da oyuncunun yapamadığı jestlere, mimiklere kızıyordum. Seyirciyle ilk buluşmamda çok korktum. Unutamıyorum hem prömiyer hem gala gecesiydi. Sanat çevresinden katılanlar çok beğendi oyunu. İzleyicinin nasıl tepki vereceğini bilmiyordum. Klasik müzik üzerinden ve tamamen biraz da Alman toplumuna yakın bir metinle karşı karşıyayız. Kitapta Wagner’den, ona düşmanlığından söz ediyor. O yıllarda eseri bir Alman oyuncudan izledim, sahnede çok rahattı, seyirci de gülmekten kırılıyordu. Müslüman mahallesinde salyangoz satacağım galiba dedim, öyle de oldu gerçekten. Aralıklarla Yıldız Sarayı’nda da oynadım, pek çok sahne dolaştım, turneler yaptım ama belirli bir kesim izleyici, müziğe yatkın olanlar oyuna daha yakın oluyordu. Seyirciler arasında müzisyen varsa zaten beni de seyirciyi de coşturuyordu. Çünkü onlar doğru yerlerde doğru tepkiler veriyordu. Hiç müzikle ilgisi olmayan seyirci ile karşı karşıya kaldığımda toplum birey ilişkisinin altını çiziyorum. Bunun sonucunda oyunu üç, beş kez hatta sekiz, on kez izleyen seyirci de var.

Birkaç yıl önce Üsküdar Tekel Sahnesi’nde oynarken bir izleyici benimle tanışmak istediğini söyledi. Oyunu 90’lı yıllarda oda tiyatrosunda izlemiş. Marmara Üniversitesi’nde profesörmüş. Üsküdar Tekel Sahnesi’ne otuz öğrencisiyle geldiğini söyledi, çok mutlu oldum.

Bütün bu zorlukları aşmayı şöyle algılıyorum: Bu oyun aslında benim bir laboratuvarım. Seyirciyle buluştuğumda aynı oyunu oynamıyorum. “29 yıl oldu sıkılmadın mı, bıkmadın mı?” diye soranlar oluyor. Hayır, bıkmadım, her gece başka bir heyecanla sahneye çıkıyorum. Seyirciyle iletişim kurmaya çalışıyorum, bu oyunun en büyük özelliği seyirciyle iç içe. Dördüncü duvar yok! Aslında tek kişilik oyunlar bıçak sırtı durumlardır. Başrolü kontrbas oynuyor, önemli bir figür sahnede. İnsanlar da onu merak ediyor. Toplumla özdeşleşme hikâyesinde bu bence Süskind’in başarısı. Hınzırca bir boyut katmış oyuna. Süskind toplumla iletişim kurmayan, münzevi bir adam. Fransa’nın bir köyünde yaşıyordu. Kendisiyle iletişim kurmaya çalıştım ama kuramadım. Kimseyle iletişim kurmuyor, öyle bir isteği yok!

Kontrbas çalmayı denediniz mi?
Ben ilk çalışmaya başladığım zaman operadan bir arkadaşım Kerim Soysal’dan bana doğru notaları basmayı öğretmesini istemiştim. Bana hızlı bir eğitim verebilir misin diye sorduğumda “Çalabilmen için yedi yıl gerekiyor demişti.” Şimdi gülüyoruz. Üç kere bitirirdim öğrenseydim. Kontrbas çalamıyorum, başladığımda oyunu bir veya iki sezon oynarım diye düşünmüştüm ama bitmedi.

SAHNEYE ÇIKINCA İÇİM ÜRPERDİ

Seyirciler maskelerle salona alınıyor. Mimiklerini göremediğiniz bir izleyici karşısında oynamak nasıl bir duygu?
Geçen yıl bugünlerde ilk kez Garibaldi Sahnesi’nde maskeli seyirciyle karşılaştım. Sahneye çıktığımda içime ürperti geldi. Herkesin yüzünde maske var sadece gözleri görüyorum ama mimikleri çıkartamıyorum. 10-15 dakika bir yabancılaşma yaşadım.

Bir oyuncunun sahneden uzak kalması da zor bir durum. Salgın sürecinde neler yaptınız?
Bir yıl boyunca inzivaya çekilmiş bir halde yaşadık. Daha önce Atilla Birkiye bana bir teklifte bulunmuş, sinema, televizyon ve seslendirme dünyasıyla ilgili anılarımı yazmamı istemişti. Bu kitap üzerine çalıştım, Sine’Masal adıyla Literatür Yayınları’ndan çıktı. Çalışırken saatlerin nasıl geçtiğinin farkına varmıyordum. Sonrasında tiyatro anılarımı da basalım dedik. O günden beri anılarımı yazıp, bitirdim. Devlet tiyatrolarında 45’inci yılım. Tiyatro anılarım da yakında yayınlanacak.