Twitter’da S. Soylu’nun 15 Temmuz ertesinde bazı kimselere “kayıt dışı” silah dağıttığı, mekân ve şahıs ismi vererek açıklandı. Aslında hiç de yeni bir haber değil. Özellikle 15 Temmuz darbe girişiminden bu yana gözümüzün içine sokarcasına bizzat kendi ağızlarından ifşa ediliyor. Bilhassa seçimler öncesinde köpürtülüyor. Hani vakti zamanında, 1994 yılında, Necmettin Erbakan “Adil düzen kurulacak. Sorun ne? Geçiş dönemi sert mi olacak, yumuşak mı olacak, kanlı mı olacak, kansız mı olacak” demişti ya, bu sözleriyle bir bakıma hedeflerine barışçıl yoldan geçişin imkânsız olabileceğini de kastetmekteydi; çünkü laik cumhuriyet bünyesinde epey direnen faktör söz konusuydu. İşte bu geçiş İran’daki gibi “İslam devrimi” yoluyla değil de AKP’nin attığı adımlarla sağlanırken, gelinen noktada iktidarları bile tehlikeye düştü. Üstelik artık İslam “devrimi” de değil İslam darbesi revaçtaydı (bkz. Sisi, bkz. 15 Temmuz). Ve son olarak da saray içi darbe korkuları, birbirlerinin altını oyup durdukları ayyuka çıktı. (Mesela Bay Bakana baypas mı yapılacak yoksa paspas mı olacaktı?)


Ama ellerindeki tek çareyi hep söylemişlerdi. 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Şeref Malkoç, “Darbelere karşı ruhsatlı silah almanın önü açılacak” demişti. AKP artık sadece makarna dağıtmıyor yaygın şekilde silah ruhsatı da dağıtıyordu. Sonrasında, referandum günlerinde AKP Manisa İl Başkan Yardımcısı Ozan Erdem, “Eğer yüzde 50’yi geçemezsek ve bu referandum oylamasında başarısız olursak iç savaşa hazır olun” çağrısı yapmıştı. AKP’li Ankara Belediye Başkanı “Halk peynir ekmek alır gibi pompalı tüfek alıyor” mesajı vermişti. Geçen yıl ise Bekçilere silah kullanma yetkisi tanındı ve Saray rejiminin silahlı gençlik kolu olarak sokaklarda geziyorlar. SADAT’ı, maaşa bağlanmış cihatçı ÖSO milislerini herkes biliyor.

TEHDİT EDİYORLAR

En hafifinden “sokağa çıkarsanız bakın bizde silah çok, ayağınızı denk alın” tehdidiyle var olmak istiyorlar. Tehdidin bir adım ötesi de, mitinglere yönelik bombalı katliamlarla yaşatıldı ve “bunu da yapamazlar” demenin hiçbir karşılığı yok.

AKP’nin icraatlarına bakıp “kontrollü kaos peşindeler” derdik. Çok iyimsermişiz. Şimdi tam bir kontrolsüz kaos ortamındayız. Zaten kontrollü kaos, oksimorondur, kontrol altına alınabiliyorsa, başka bir şeydir. Kontrolsüz kaos demek de öyle, kaos tanım gereği kontrolsüz olandır. Ama ister kontrollü, ister kontrolsüz, kaos “niyeti” oksimoron değildir; muktedir siyasetidir, çaresizliğin siyaseti… “Hele bir karışsın ortalık, güç bizde nasıl olsa, kendi lehimize kontrol altına alırız” hesabıdır. Ama içte ve dışta birçok etmenin sürekli değişerek yeni ilişkiler ve çelişkiler yaratması ve bu çelişkiler yumağından kendisinin de etkilenmesi yüzünden elindeki aktörler, silahlar, hiçbir şey bu kaosu denetlemesine yetmeyecektir. Artık kendince senaryo yazma kabiliyetinden bile yoksundur. Yapacağı tek hata bile (ki her kaos ortamında hata kaçınılmazdır) onu bir kez daha duvara toslatabilir.

Gündemde artık kesinlikle onların da açıkça işaret ettiği bu gidişata her bakımdan ve her yönden hazırlanmak vardır. Merdan Yanardağ “İç Savaş” başlıklı dünkü yazısında şöyle diyordu: “Peker’in açıklamaları, siyasal İslamcı hareketin durumun farkında olduğunu ve hazırlık yaptığını gösteriyor. Türkiye, toplumsal fay hatlarında biriken gerilim nedeniyle şiddetli bir kırılmanın yaşanacağı tarihsel bir kavşağa doğru sürükleniyor. Sonuçta ülke, herkesin tahmin ettiği, ama gerçekleşeceğini sanmadığı ya da istemediği, ancak müdahale edilmediği takdirde önlenemeyecek bir cinayet anına doğru şuursuzca ilerliyor.”

Öyleyse hazırlık bakımından bizlere düşen, diğer yönler yanı sıra aynı zamanda şuurlu olmaktır, bilinçli olmaktır. Bilinmeli ki bu hazırlıktaki en önemli mevzilerden birisi de ideolojik olanıdır.

EN ÖNEMLİ HAZIRLIK

Ve ideolojik tercihlerden en önemlisi ezilenlerin, haksızlık görenlerin penceresinden dünyaya bakabilmektir. İdeolojik kelimelerle konuşmayı bilmek yahut kelimelerin ideolojisini de kullanabilmektir: Özgürlük, eşitlik, adalet bunların hepsi ideolojik kelimelerdir. Bakın son anketlerde gençlerin yüzde 72’si ülkeyi terk etmeyi, yüzde 64’ü ise terk ettikten sonra geri dönmemeyi istiyormuş. Bu gençleri hiç kimse ayıplayamaz. Çünkü şuursuz değiller, sadece çaresizlik hissetmektedirler. Onların hisleriyle empati yapmak, vicdanlı (merhametli) davranmak ve bilgiye dayanan çözüm sunmak, onları “ideolojik olarak” kazanmak tek seçenektir. Onların hissettiklerini hissederek vicdana ulaşılır, bilgiyle de bilince... Devrimcileşmek, aynı anda hem vicdanlı (merhametli) hem bilinçli (bilgili) olabilmektir.

Ve işte bu da gidişata karşı en önemli “hazırlık”tır.