‘Konuşmaktan korkmayalım…’

BURAK ABATAY / @abatayburak

Selim Evci’nin yazıp yönettiği ve başrollerinde Türkü Turan, İlhan Şeşen, Pelin Akil ve Settar Tanrıöğen’in oynadığı Saklı filmi kazandığı birçok ödülün sonrasında cuma günü vizyona girdi. Toplumsal ahlakı ve yozlaşmayı anlamaya çalışan filmi başrol oyuncularından Settar Tanrıöğen’le konuştuk. Kapitalizmin, dinin ve ahlaki kavramların ülkede tekrar konuşulması gerektiğini söyleyen Tanrıöğen “Bildiğim tek şey insan insana konuşmaktan hep iyi şeyler çıkar” diye de ekliyor.

Filmle beraber kadının toplumda nasıl baskı altında tutulduğunu görüyoruz. Sizin bu husustaki düşünceniz nedir?

Ben senaryoya yönelik çok fazla yorum yapma taraftarı değilim. Ama elbette ki bu konuyla alakalı ne düşündüğümü de söylemek isterim. Sizin sorunuzdan hareketle kadın-erkek ilişkilerinde ya da daha geniş kavramıyla tarif edilen toplumun tarif ettiği ahlakla ilgili ciddi problemler var. Yani bu da tam olarak ahlaksızlığa tekabül ediyor. Filmin soruşturduğu nokta da bu. Ve bu da hakikaten ciddiyetle konuşulması gereken bir konu. Bakıyorsun ahlak adı altında yapılanları alt alta yazıp topladığında eşittir ahlaksızlık çıkıyor. Yani ahlak kavramını buradan kurtarmak lazım. Ahlak kavramının toplum tarafından yeniden tartışılması gerekiyor.

Böyle bir tartışmada nasıl bir sonuca varılabilir?

Komplekssiz konuşulması gereken işler bunlar. Bunu konuşurken bir taraf saldırabilir. Kim bilir kaç yüzyıl sonra konuşulacak bilmiyorum. Ama ben konuşulması gerektiğini düşünüyorum. O konuşmadan ne çıkar onu da bilmiyorum. Bildiğim tek şey insan insana konuşmaktan hep iyi şeyler çıkar. Ve de insan insana konuşursan kesin bir şeyler çıkar. Konuşulmamasından bu konular ortaya çıkıyor. Kol kırılır yel içinde kalır mantığı. Filmde ben “Rus sevgilimi de idare ederim, kızımın “ahlakını” da kontrol ederim” rolündeyim. Bence ahlak böyle bir şey değil. Böyle yerim içerim, bıyığımı sıvazlar geçerim olmuyor. Bunun sonucunda bir sürü arıza çıkıyor. Bir sürü husumet doğuyor. Kadınları öldürmeye varana kadar bir sürü sonuç çıkıyor.

Filmde Ali karakteri “Bütün İstanbul’u yık yap desinler yaparım!” diyecek kadar inşaata âşık birisi. Kentsel dönüşüm üzerinden de sisteme yönelik başka bir eleştiri var.

Bu sakat anlayış her şeye sirayet ediyor. Demin söylediklerim alt alta yazılınca ne çıkıyor diye sorduğumda çıkan şeylerden birisi de para. Kapitalizm çıkıyor. Bir insan bina yıkıp yapmaya nasıl aşık olabilir? Onun parasına aşık. Oradan kazandığı paraya aşık. Çok para kazanırsam daha güçlü olurum diye düşünüyor. Güçlülük parayla odaklanınca sakatlıklar çıkıyor.

Mahir üst sınıf entelijansiya bir hayatı temsil ediyor. Ama onun yaşadığı aşkla ilgili endişeleri de “toplum ne der?” noktasında. Evinde hizmetçileri olan birisi için, ahlaki kuralların toplumda kabul edilişi, Ali gibi orta sınıf temsiliyeti olan bir karaktere göre daha mı kolay?

Öz itibariyle çok da fazla bir fark yok. Yani o da dejenere bir karakter. Mesela Mahir bir aydın veya bir entelektüel değil. Kabul görür bir müzisyenliği var o kadar. Aslında müzisyen demek de çok doğru değil. Bir enstrüman ve bir müzik türünün icracısı. Müzisyen başka bir şey. Şarkı söylemek ayrı şey. O kendi göz önünde olmasıyla ilintili söylüyor, “toplum ne der” diye. Magazinden beslenen biri olarak “magazinde ne duruma düşerim?” diye düşünüyor. Hayata dair kendi ürettiği müzikleri yapan biri değil Mahir. Öyle bir müzisyen olsa hayata dair fikirleri olur. Yani öyle bir kıza aşık olsa bile bunu başta savunur. Başka türlü savunuyor. O onun hissettiği yaşlılık kompleksiyle oluşan bir durum. “Buralara gelmemde faydası olan magazin çevresi ne der?” diye düşünüyor. El adama güler durumu Mahir’de de var. O yüzden entelektüel değil. Entelektüel ya da aydın insan başkalarını düşünerek hayatını planlamaz. Doğru bildiğini yapar. Bunu da savunur.

konusmaktan-korkmayalim-130634-1.

Sizi birçok yapımda bağlama diyalogu içinde izleyebiliyoruz. Hattâ bağlama çalan bir baba rolünde. Tesadüfi bir şey midir?

Ben biraz bağlama çalabiliyorum. Hattâ Selim (Evci) de “bağlama çalsana” dedi. “Selim” dedim, “yahu bir filmde de çalmayayım.” Ama onu da replik olarak soktu filme. Ben de bir film yapsam oyuncunun bütün meziyetlerini değerlendirmek isterim. Sanırım bu onunla alakalı. Baba meselesine gelince, bu yaşta torunu oynayamam ki. Bana bir dede bulsak belki… Yaşımın, oyunculuğumun geldiği noktayla alakalı. Benim yaş grubumda da az dertli insan yok. Toplum dertli. 18 yaşında bir delikanlı olsaydım, o yaş grubunda dert sahibi bir karakteri oynardım. 50 yaşında orta yaş üstü bir adam olarak öyle bir karakterleri oynuyorum.

Filmde de orta yaş üstü bir adamın genç ve yabancı uyruklu bir metresi olduğunu izliyoruz. Vereceği ahlaki sınavı, tam da bu noktada din ile geçmiş oluyor. Din bireyin yanlışlarını kabul ettirebilir bir özne midir?

İnsanın kabul ettiği kadardır. O ahlakı tarif edenin de büyük bir kısmı dinin ta kendisidir.

Yozluk buradan başlıyor olabilir mi? Biz dini de konuşmalı mıyız?

Hepsini konuşmalıyız. Kapitalizmi, insan davranışlarını... Konuşmamız gereken sayamayacağımız kadar çok problemimiz var. Kişilik problemlerimiz var. Kişilik sürekli törpüleniyor.

Sanat yeteri kadar rahatsız mı bu durumdan?

Zaten sanat rahatsızlıktan doğan bir eylemdir. Bir konuyla ilgili bir rahatsızlığın varsa onun dışa vurumudur sanat. Eğer öyle olursa sanat olur. Başka türlü bir tüketim eşyası olur. Ayaküstü yenen fast-food yemekler gibi olur.

Diziler de çabuk tüketimin bir parçası. Siz bir dizi oyuncususunuz aynı zamanda.

Dizilerde daha tedbirli ve dikkatli davranıyorum. Dizi sadece izleyeni değil, oynayanı da zehirliyor. Dizinin sanatla pek alakası yok. Dizi sizden sürekli büyük, gerçek dışı oyunculuklar istiyor. Bunu da şundan dolayı istiyor: seyirci kendisiyle yüzleşmesin. Onları başka birileri olarak görsün devamlı. Kendini oradan ayırsın. O başka bu başka. Filmlerin izlememelerinin sebebi bu. Filmlerle yüzleşiyorlar. Bu filmlerin seyirci sayısı beş binle beş yüz bin arasında. Büyük bir çoğunluğu da yüz binin altında. Gösterimde kaldığı süreden bahsediyorum. Ama bu filmler sinema tarihinde kalıyor. O çok gişe yapan filmlerden de dizilerden de çok çok daha fazla izlenmiş oluyor. 50 sene sonra açtığında bulursun. Ama diğerleri kalmaz. Onlar çünkü tüketim eşyası. Tükettin, bitti gitti.

Dizi sektörüne nasıl bakıyorsunuz?

Dizilerin şöyle bir faydası oluyor, sözgelimi benim çalışabilir durumda olmam ve yaşamam gerekiyor. Dizi bize, hayatın bizden istediği parayı sağlıyor. Zaten benim dizi için başka hiçbir gerekçem de yok. İlle de istediğim olsun diye bir şey yok. Benim istediğim diziyi de hiçbir kanal kabul etmez.

Birçok diziyi de başladıktan sonra baskılarla karşılaşırken, hatta yayınına son verilirken görüyoruz. TRT Leyla ile Mecnun’u düşük reyting gerekçesiyle yayından kaldırmıştı.

Kaldırdı çünkü susturabilmenin en kolay yolu ekmeğini kesersin olur biter. O zaman susar. Susmuyor çünkü filmler yapmışlardır, ödüller almıştır… Kimi ne kadar susturabilirsin ki? Bu röportajdan sonra benim de işime son verebilirler. Bundan korkarak yaşanmaz.

“Bir gerillayı oynamak isterim” diyen Füsun Demirel’in de işine son verilmişti. Ne düşünüyorsunuz?

Tam olarak ne dediğini bilmiyorum. Ama oyuncu her şeyi oynar. Ne var bunda? Bilmiyorsun ki gerilla dediğin kişinin hayatını. Bir insanın eline silah alıp dağa çıkması çok kolay bir şey değil. Boru değil yani. Öleceğim diye gidiyorsun. Oynamak isteyebilir Füsun. Ne var bunda?

Siz oynamak ister miydiniz?

Oynamak istediğim bir karakter yok. Oynamak istediğim tüm karakterleri oynamak istediğim için oynadım. Oyuncu her şeyi oynar.