Haziran Hareketi dün “Tamam, Kapatıyoruz” kampanyasını başlattı. Salı günü, “Kapatıyoruz da, neyi kapatıyoruz?” diye sormuş ve “Neredeyse tümüyle satın alınmış televizyonları ve gazeteleri… Halkın ve muhalefetin sesini tümüyle kısan, onları görünmez kılan medyayı…” diye yanıtlamıştım.

Yalnızca iktidarı konuşturan televizyonları, bir ağıza bakarak aynı manşetleri atan gazeteleri protesto etmek bize iyi gelebilir. Öfkemizi dışa vurup rahatlamış oluruz. Ama ancak o kadar!

Sabah akşam o medyayı izleyenler bizim protestomuzu duymaz, duyanlar da aldırmaz, uymaz. Protestoyu duyup uyanlarsa, zaten o televizyonları izleyip, o gazeteleri okuyanlar olmadığından, o kadarla kalacak bir eylemin anlamı da olmaz.

Haziran tam da bu saptamayla, “kapatma” protestosunu daha sonra atacağı asıl adıma hazırlık olarak görüyor.

Haziran’ın hazırladığı KONUŞMAT!K başlıklı bir poster var. “Kapatma”nın ardından gelecek adımın güzel bir tasarımla ifadesi.

İlk saptama; “AKP’ye oy vermemiş 10 kişiden 9’unun AKP’ye oy vermiş 1 kişiyle bile onun tercihini değiştirmek üzere konuşmadığı” yani “yüzde 90’nın boşa konuştuğu” şeklinde.

Hayır kampanyası sırasında en fazla etkilendiğim durumu bu köşede de aktarmıştım: Herhangi bir örgütsel yapı içinde yer almayanlar, AKP’li kitle ile iletişime giriyor, konuşuyor, ikna edemeseler bile ısrarla konuşmayı sürdürüyor ve diyaloglarını tekrar konuşabilme zeminini zedelemeden sonlandırıyorlardı.

Öte yandan, örgütlü yapılar içinde yer alanlar, kendilerine ait bir tür fraksiyonel jargonla konuşuyor, AKP’li / muhafazakâr insanlarla iletişim kuramıyor, onların duygu ve düşünce dünyalarına yaklaşamıyor ve çoğu zaman bunu denemiyorlardı bile!

Oysa bu memleketin kabaca yarısı AKP’li, daha fazlası sağ muhafazakâr seçmenlerden oluşuyor. Sol, sosyalist bir iktidar olsa bile bu toplumsal zemin üzerinde yönetmek durumunda.

Üstelik, siyasal tercihlerinden bağımsız, sınıfsal konumları itibariyle o kitleler solun kesinlikle iletişim kurup kazanması gereken topluluklar.

KONDA’nın 2017 AKP’li seçmen profili araştırması AKP’ye oy verenlerin yüzde 59’unun kıt kanaat geçinen; ağırlıklı olarak düşük ve orta seviyede gelire sahip; ezici çoğunluğu işçi, esnaf, çiftçi, emekli ve ev kadını olan; yüzde 22’si önümüzdeki aylarda ekonomik kriz bekleyen, yüzde 66’sı ortaokul ve altı eğitim düzeyinde; yüzde 69’u dindar, yüzde 18’i “sofu” bir kitle olduğunu ortaya koyuyor.

İşte, dilini anlamamız ve onlarla anlaşacak bir dil kurmamız gerekenler bu insanlar.

Ve o insanlar tam da sizin kapattığınız televizyonları izliyorlar. AKP seçmenlerinin haberleri izlemeyi en fazla tercih ettiği televizyon kanalları sırasıyla ATV (yüzde 26), TRT (yüzde 19) ve A Haber (Yüzde 17).

Bu kitlenin yüzde 36’sı hiç internete girmiyor, girenlerin de yüzde 8’i sosyal medya kullanmıyor, Twitter kullanan AKP’li seçmen yalnızca yüzde 13.

Yani, yeni medyanın sunduğu özgürlük alanını kullanarak da o kitleye ulaşamazsınız!

Öte yandan, o insanlar da çoğumuzla aynı sıkıntıları yaşıyorlar. Referandumda yüzde 4 hayır demiş, yüzde 2 sandığa gitmemişler. Yüzde 8’i Gezicilerin demokratik protesto haklarını kullandıklarını, hak ve özgürlük talep ettiklerini söylüyor.

Yani, konuşabilmek, ortak noktalar yakalamak mümkün. Yeter ki, ona uygun bir dil geliştirebilelim. Yeter ki, bütün iletişim biçimlerinin en güçlüsü olan “yüz yüze iletişim”i devreye sokabilelim.

Haziran, kapatmanın hemen ardından bunu yapmaya çağırıyor. “Genel toplamda AKP’ye oy vermeyen 5 kişiden biri sadece 1 kişinin tercihini değiştirse AKP’nin oyu yüzde 10 düşecek” diyor. “AKP’ye oy verenlerle konuşalım” diyor. “Kısacası önümüzdeki seçimde sadece 1 kişinin tercihini değiştirirseniz iktidar değişiyor” vurgusu yapıyor.

İş sadece iktidarı değiştirmek de değil, toplumu değiştirecek ve barış içinde birlikte yaşayacaksak, kendi mahallemizin dışındakilerle de konuşmayı becermek zorundayız!