Galiba durumu en iyi ifade eden deyimi Nuray Mert, 4 Nisan 2006 tarihli Radikal'dekî köşe yazısında kullandı: "Kürt Yorgunluğu". İster başlangıcını 16. yy.'a kadar geriye götürüp bitmez tük

Galiba durumu en iyi ifade eden deyimi Nuray Mert, 4 Nisan 2006 tarihli Radikal'dekî köşe yazısında kullandı: "Kürt Yorgunluğu". İster başlangıcını 16. yy.'a kadar geriye götürüp bitmez tükenmez "Kürt isyanları"ndan söz edelim, ister kendimizi 1980'lerin başından beri yoğun şekilde içinde yaşadığımız "Kürt sorunu" ile sınırlayalım, isterse bütün bu olup bitenleri "terör" diye adlandırıp içimizi rahatlatmaya çalışalım; bu konuya kafa yoran ve bir şeyler yapmaya çalışanların artık iyice yorgun düştükleri kesin.

Nuray Mert'in söylediği gibi, "Biz demokratikleşme diyoruz, kitleler 'Biji Apo!' diye bağırıyor, devlet olayı 'terör' diye tasnif ediyor, nereden bakarsanız sonu görünmeyen bir gidiş ve söz/siyaset yorgunluğu!". Kürtleri temsil edecek, iradesini birilerine teslim etmemiş, bağımsız bir siyasi yapı ortaya çıkmıyor. Hükümet, kapsamlı bir çözüm stratejisi oluşturmuyor, olayları izlemekle yetiniyor. Barış ve sağduyu çağrıları havada kalıyor ve söz anlamını yitiriyor. Ama kabul edelim ki bu "yorgunluk" deyimi daha çok biz Türkler'in ruh halini tarif ediyor ve hemen arkasından çaresini de gösteriyor; biraz dinlenmek, uzaklaşmak, çekilmek...

Zaman zaman kendimde de farkettiğim bu ruh haline girme lüksünün Kürt aydınları ve barışçıları için söz konusu olduğunu hiç zannetmiyorum. Etnik çatışmalara doğru yelken açan bu tırmanışın onları nasıl etkilediğini tam anlamıyla kavramak bile bizler için hiç kolay değil. Türk kesiminde ise, Kürt sorununun barışçı çözümü konusunda son zamanlarda yazılıp çizilenlerin satır aralarında bu yorgunluk halinin ve uzaklaşma ihtiyacının işaretleri görünmeye başladı bile. Özellikle son Diyarbakır olayları ve onun uzantılarının ortaya çıkardığı ürkütücü manzarayı yorumlamaya çalışanlar, sözbirliği etmişçesine, artık Kürt aydınlarını ve siyasetçilerini kendi şiddet kışkırtıcılarına karşı tavır almak ve "PKK'yi tecrit etmek" üzere sahneye davet ediyorlar. Sanki hiç sahnede değillermiş, sanki biz Türkler kendi şiddet kışkırtıcılarımıza karşı yeteri kadar net tavır alabiliyormu-şuz gibi... Birbiri arkasından Kürtlere yönelik linç girişimlerinin yaşandığı, acılarla dolu bunca tecrübeden sonra, Kürtler için yeniden "mecburi iskan", "zorunlu göç" gibi çağdışı önerilerin gündeme getirildiği bir ortamda yükselen Türk milliyetçiliğinden sözederken, onu dengelemek endişesiyle, hemen arkasından Kürt milliyetçiliği tehlikesine işaret etmek ihtiyacı nereden doğuyor acaba?

"Etnik milliyetçilik", "azınlık milliyetçiliği" gibi kavramlar üzerinde uzun uzun tartışılabilir elbette ama bugün Türkiye'de yükselen egemen ulus milliyetçiliğinin yarattığı tehlikeye eşdeğer bir Kürt milliyetçiliğinden sözedilebilir mi? Sağda solda çıkmış uçuk Kürt güzellemesi yazı örnekleri, Kürtlerin "kurucu asli unsur" mu yoksa "azınlık mı" oldukları konusundaki tartışmalar bir yana, Kürtlerin kültürel hak ve kimlik taleplerini siyasallaşmış Kürt milliyetçiliği diye nitelemek en azından abartılmış bir yargıdır. Kürt kesiminden etnik çatışma tehlikesini bile göze almış görünen hareketlenmenin sözcüleri, Kürt halkından değil, "Apo'nun halkı "ndan sözediyorlar. Kürt tarafında gerilim ortamını besleyen unsur "milliyetçilik" değil, olsa olsa "Apoculuk"tur.

Nuray Mert'in "Kürt Yorgunluğu" başlıklı yazısında, Kürt milliyetçiliğine örnek olarak Tarık Ziya Ekinci'nin geçen pazar günü Radikal İki'de çıkan yazısını göstermesi, bu bakımdan isabetli bir seçim değildir. Her şeyden önce Ekinci'nin, birinci Türkiye İşçi Partisi'nde başlayan yarım asırlık siyasi geçmişi ve yazdıklarıyla milliyetçilikle uzaktan yakından ilgisi bulunmayan barışçı bir düşünür ve siyaset adamı olduğunu, bizlerin "PKK'nin silahlı çatışmalara önkoşulsuz son verme" çağrısına, 200'ün üstünde Kürt yurttaşla birlikte destek verdiğini, bu tavrını bugün de ödünsüz bir şekilde sürdürdüğünü anımsamamız gerek. Kaldı ki Ekinci'nin söz konusu yazıda esas olarak üzerinde durduğu, Kürtlerin dil, kültür ve kimlik hakları çerçevesindeki eşitlik talepleridir.

Ancak artık bütün bu talepler, bu tartışmalar fazla bir anlam taşımıyor. Bugünkü ortama, Tarık Ziya Ekinci ve Nuray Mert gibi Kürt ve Türk barış yanlılarının konuştuğundan bambaşka bir dil, zihniyet ve iklim egemen oluyor. Kendine "Apo'nun halkı" adına konuşma yetkisi verilenler, "gidişat daha da karanlık olur... kargaşa artar, akla gelmedik şeyler olur!" diye açık tehditler savuruyor. İşin vahim tarafı, bu söyledikleri de aynen oluyor. Terörle Mücadele Yüksek Kurulu ise çocuk ve genç ölülerin, göstericilerin eline geçmeden, bir an önce gömülebilmeleri için acil (!) önlemler almakla yetiniyor. Meydan yeniden, aslında hep orada olan şahinlere kalıyor. Onların dilinden anlamadığımız, o iklime yabancı olduğumuz açıkça ortaya çıkıyor. Ama yorgun da düşsek biz kendi dilimizde konuşmaya devam edeceğiz. Konuşmaya Devam Edeceğiz...