Naomi Klein bu sayfalarda daha önce de anılan “Sok Doktrini: Felaket Kapitalizminin Yükselisi” adlı kitabına Arjantinli romancı Cesar Aira’nın su sözüyle baslar: “her degisiklik mutlaka konunun da degismesi demektir”. Soma’da yasanan bir felaket ve bu felaket de kader veya fıtratla degil de vahsi kapitalizmle ilgili olduguna göre, odaklanmamız gereken sey belki de konuyu kimin nasıl degistirdigidir.

Konuyu degistirme çabalarında bası çekenlerin bu korkunç olayda sorumlulugu olanlar olması dogal. Iktidardaki sag koalisyon savunmaya geçtiginden, yani Gezi’den beri bu alandaki çabalarını görülmemis düzeyde artırsa da, aslında hegemonyasını kurarken de sürekli konuyu degistiriyordu. Isçi ölümleri sürekli artarken Taksim’de 1 Mayıs’a “izin vermek”, demokrasi geriye gitmeye baslamısken “devrim niteligindeki” anayasa referandumu üzerinden demokratlık taslamak, ihmali bulunanları terfi ettirirken Hrant’ın katline engel olamamıs gibi yapmak, birer doga felaketi olan hidroelektrik santralleri çevrecilik diye satmak gibi örneklerden yüzlercesini sayabiliriz. Bunu yaparken de her kesimin saygı duydugu bazı abla ve agabeylerimizin engin muhakemelerinden fazlasıyla faydalanılmıstı. Ama iste Gezi’den sonra bir sey oldu: konuyu degistirme tekeli kırıldı. Artık konuyu degistiren/belirleyen baskalarıydı.

Bir hafta önce bugün Soma’da son 40 yılın en büyük madencilik felaketi meydana geldi. Ve milletvekillerinden avukatlara, gazetecilerden bilim adamlarına pek çok insan üzerine düseni yapmaya gayret ederken, iktidarın yeminli destekçilerinden bile aykırı çıkıslar duyulmaya baslandı. Yine bu kazadan sonra basbakan belki de hayatında ilk kez karsılastıgı bir seyle, yüzüne karsı istifa etmesi gerektigini söyleyen insanlarla karsılastı ve galiba kendisinden sanki bir tokat yedigi için ondan özür dileyen bir vatandası bile oldu. Rusen Çakır’ın deyisiyle “vicdan koalisyonu” genislemeye devam ederken Yılmaz Özdil, yersiz bir ironi denemesi yaptıgı sırada bu olanlara “müstahak” deyince, sonraki iki üç cümlesi de kırpılınca, konu yine degisir gibi oldu.

Türkiye’nin geldigi bu akıldısı halden sorumlu olanların bu sorumluluklarından kurtulmak adına her seyi ama her seyi yapmayı göze aldıklarını biliyoruz. Ayrıca, yakın oldugu fikriyatın sıkça yaptıgı gibi, Özdil’in onlara bir can simidi attıgını bile düsünmek mümkün. Fakat yükselen toplumsal muhalefetin temel duyarlılıklarını temsil etmekten uzak bir köse yazarının söylediklerinden yola çıkarak kendimizi iki esdeger kötülügün arasında sıkısmıs gibi resmetmeye ne gerek var? Bunu yapmak çok büyük bir haksızlık degil mi? Daha fenası, yazının girisinde bahsettigim konu degistirme taktiklerinin degirmenine su tasımak degil mi bu?

Bir tarafta dogru dürüst denetimi yapılmayan, isçilerin gaz maskelerinin küflü oldugu, ürettigi karla kuleler dikilen ve yüzlerce emekçiye mezar olan bir kömür madeni, taziye için gittigi ilçede halka fiziki müdahalede bulunan bir hükümet baskanı, ne olursa olsun onu korumak dısında bir zihinsel aktivite göstermeyen “yeni kanaat önderleri”, dostlar alısveriste görsün diye açılan bir sorusturma, an itibariyle sıfır istifa, kaza degil cinayet oldugu açık olan bir olaya “kaza degil kader” dedirtmek üzere seferber edilmis din adamları, Ümit Kıvanç’ın “Cehenneme Yürüyüs” yazısında mükemmel biçimde anlattıgı “ahlak düsmesi”, Tanıl Bora’nın “medeniyet kaybı” seklinde ifade ettigi durumun ileri bir örnegi; öbür tarafta ise herhangi bir agırlıgı vardıysa bile onu Roboski’yle ilgili korkunç yazısında bile degil, taa 14 yıl önce Istanbul’un göbeginde islenen bir futbol cinayetini sorumlu oldugu gazetenin mansetinde ele alısıyla sonsuza dek yitirmis bir kalem.

Su anda bu ülkede yasanan bölünmeyi, ayrısmayı, kutuplasmayı hayırlı veya fena bulabilirsiniz. Ama bunu önceki paragraftaki gibi kurmak konuyu zalimin isine gelecek sekilde degistirmeye hizmet ediyor. Ve maalesef ölü canavarlarla ugrasmanın konforu, bu tembel alıskanlık, agzından atesler saçan bir ejderhayla karsı karsıya dururken bile kimilerimizi etkisi altına alabiliyor hala.

Almasın lütfen. Eger forumlarda toplanan, üniversiteleri isgal eden, meydanlara çıkan gençler bunu konu ediyorsa, diyecek hiçbir seyimiz olamaz. Ama her an her seye esit derecede muhalif olmadan kendini rahat hissedemeyen agabey ve ablalarımız; hayat sizin örselenen hayallerinizden, düsman bellediklerinizden, takılıp kaldıgınız öcülerden, örtülü veya açık intikam hislerinizden ibaret degil. Bütün karanlıklara inat, gelecek su anda baska türlü kurulmakta. Ve lütfen, hiç degilse, dünya 1 Haziran 2013’ten sonra hiç degismemis gibi davranmayı bırakın. Bırakın, çünkü artık elestirel söz üretmek sadece 12 Eylül 1980 magdurlarının tekelinde degil.

Baska bir deyisle, bir tek 12 Eylül yok; ve magdur olan da sadece siz degilsiniz.