İnatçı keçilerin dünyasından dayanışma ve gülümsemeyle dolu bir dünyaya geçmek isterseniz Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkan Köprüyü Geçerken’in tam da size göre bir hikâyesi var. Irmağın anlattıklarını yabana atmayın derim

Köprüde mutlu son

EZGİ BERK

İnatçılık denince sizin de aklınıza benimkiyle aynı hikâye mi geliyor? Hani şu bir köprünün üzerinde karşılaşan iki keçinin başına gelenler. İnatçılıkları ve burnu büyüklükleri yüzünden birbirine yol vermeyen, hırlaşan ve en sonunda ikisinin de kaybettiğini anlatan, melodilisiyle şarkı kıvamına getirilen inatçılık karşıtı çocuk hikâyesi. Hah işte Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkan Köprüyü Geçerken kitabını görünce yeniden üretilen bir inatçı keçi masalı olduğunu düşündüm, ama yanılmışım.

Köprüyü Geçerken, bir ırmağın bildiği hikâyelerle başlıyor. Belli ki çok yaşlı, görmüş geçirmiş bir ırmak bu. İçinde türlü türlü hikâye barındıran. Bu hikâyelerden biri de tahta zeminli, her an kırılacakmış hissi veren daracık köprüsünün üzerinde bir zamanlar yaşananlar hakkında.

Bir ayı ile bir dev, bir gün köprünün iki ucunda aynı anda beliriyor ve karşıya geçmek istiyor. Köprünün tam ortasında burun buruna geliyorlar ve bingo! İkisi de birbirine yol vermek istemiyor. Hatta ikisi de birbirine en kötü bakışlarını fırlatmaktan geri durmuyor. Buraya kadar keçilerin başına gelenlerle aynı olan hikâye, basit bir cümle ile yön değiştiriyor. O kaba saba görünen, haşin bakışlı dev diyor ki: “Bir çözüm bulmalıyız.” Ayı da deve katılıyor. Birkaç başarısız çözüm önerisinin ardından daracık köprüden birbirlerine sarılarak geçmeyi akıl ediyorlar. Böylece biri düşecek gibi olursa diğeri onu tutabilecek. Minik adımlarla, birbirine sarılmış dev ile ayı köprünün üzerinde dönüyor. Sahneyi hayal edebiliyor musunuz? Birer yarım daire çizip herkes köprünün istediği tarafına varınca neşeyle birbirlerine veda ediyorlar. Bu kadar basit aslında. Kimsenin bir diğerine yol vermek zorunda olmadığı, birinin diğerini “idare etmesi” gerekmeden de ortak nokta bulmak. Yeter ki aklımızın karşımızdakine zarar vermek için değil de çözüm üretmek için çalışmasını sağlayabilelim.

Irmağın bildiği pek çok can sıkıcı öykü olduğuna eminim. Ama bu dayanışma öyküsü, hepimizin ders alması için anlatılan inatçı keçilerden daha çok düşündürdü beni. Mesela inatçılık gerçekten de salt kötü bir şey midir? Ya da boyun eğmediğimiz her şey, aslında bizim egoist olduğumuzu mu gösterir?

“Aman ne var canım, biri diğerine yol verseydi ne olurdu sanki?” diyebilirsiniz. Elbette insanlar birbirlerine yol verebilir, bu durum yol veren kişiyi pısırık, korkak ya da pasif yapmaz. Ama düşünün bir, şehir yaşamında, evden işe gitmenin bile yorgunluk sebebi olduğu ortamda, trafikte bir günde kim bilir kaç tane yol verme kavgasının yaşandığı bir düzende çözüm bulmayı düşünebilen, bunu yaparken de kendini geri adım atmak zorunda hissetmeyen bireyler olsaydık? Sonunda bulduğumuz çözüm herkesi mutlu etse, yüzümüzde tebessümle devam etseydik güne, daha güzel olmaz mıydı?

Peki çocuklara inatçılık yapmamayı ve yalnızca kendilerini düşünmemeyi öğütlerken iyi bir şey mi yapıyoruz? İnatçılık sadece arkadaşının elindeki oyuncakla hemen, şimdi ille de kendisinin oynamak istemesinden mi ibaret? İnatçı çocuklar ve yetişkinler hedeflerine kimseyi kırıp dökmeden ulaşamaz mı? Hayatta yapmak istediklerini gerçekleştirmek için azimlidirler belki ve bu kötü bir şey değil bence.

Dev ile ayı bana huylarımızı olumlu kullanabilmenin mümkün olduğunu hatırlattı. Üstelik bu huylar dışarıdan kötü görünse bile. Çözüm bulmaya yönelik düşünmenin ne kadar kolay ve önemli olduğunu tekrar gördüm ve sonu kötü biten, ‘inatçılık yaparsan kaybedersin’ mesajı içeren, çocukluğumdan kalan sevimsiz hikâyenin yerine yenisini koyma şansım oldu. İnatçı keçilerin dünyasından dayanışma ve gülümsemeyle dolu bu dünyaya geçmek isterseniz Köprüyü Geçerken’in tam size göre bir hikâyesi var. Irmağın anlattıklarını yabana atmayın derim!