Her kafamı kaldırdığımda birisi çıkıp “bize saygı duy yoksa seni gebertiriz” diyip suratıma bir tokat atıyor sanki. Türkiye sınırları içerisinde tek bir kişiye daha saygı duyacak halim kalmadı

Köprüden önce son bıkış

ZİHNİ BAŞSARAY / zihnibassaray@gmail.com

Normal şartlarda bir yazıya başlarken hafifletici bir hikâye anlatıp sonradan ana konuya girmekten hoşlanıyorum. Aslında bunu henüz istediğim kadar güçlü yapamıyorum ama çalışmalarım sürüyor. İnanıyorum ki bir zaman sonra biraz yol almış olacağım ve o zaman çok büyük bir ihtimalle böyle bir girişe ihtiyacım olmayacak. Çünkü alt tarafı “Az önce bir insanın ölümünü gördüm ve hiçbir şey hissetmedim.” cümlesine gelebilmek için size içimi dökmek zorunda kaldım. Çünkü ben az önce bir insanın ölümünü gördüm ve hiçbir şey hissetmedim.

Yirmi altı yaşındayım. Fena bir özgeçmişim yok. Biraz çirkin biri olduğum için yaşadığım dönemsel sıkıntıları saymazsak, hiç fena bir çocukluk geçirmedim. Butik bir ülkede saygı duyarak yaşamaya çalışıyor, hemen her gün ülkemizin yönetim erki tarafından aşağılanıyorum. Neyse ki bu aşağılanma esnasında yalnız değilim de çok utanasım gelmiyor. Yaklaşık 30 milyon insandan oluşan geniş bir kitleyiz. Bu gazeteyi alıp okuyorsanız demek ki siz de bu 30 milyon şanslı insandan birisiniz, tebrik ederim.

Çok kalabalık bir halde aşağılanınca insanın bireysel utanma duygusu devreye girmiyor. Hep birlikte paylaşılan utanç seyrele seyrele neredeyse yok oluyor. Geriye kalan kocaman bir öfke ise hepimizin içini yiyor. Mesela eminim ki siz de bazen delirecek hale geliyor, üstünüzdekileri parçalamak, çığlık atmak, tek başınıza bile olsa sokaklarda koşarak isyan etmek istiyorsunuz. Ancak biliyorum ki birçoğumuzun delirecek kadar maddi durumu yok. İçimizde biriken öfkenin harekete geçmesini engelleyen, bizi bir araya gelmekten ayrı koyan çeşitli sebepler var. Bu sebepleri kişiye göre değişse de toplamına korku ismini verebiliriz sanırım. Ekonomik kaygılar, gözden çıkarılamayan değerli yaşamlar ve yalnızlık korkusu.

Bu üç korkuyla çevrilmişken ortaya çıkan bir olay çoğumuzun hayatını değiştirdi. Gezi Parkı sayesinde yalnız olmadığımızı, aynı dertten muzdarip çokça insanın olduğunu gördük. Ancak ekonomik ve yaşamsal kaygılarımız bizi bir yerde durdurdu. Bizler, hayata kıymet veren insanlarız. Hayattan keyif aldığımız anlar, güzel hayallerimiz ve vicdanımız var. Bu da kendimize verdiğimiz değeri arttırıyor. Fakat günün sonunda geldiğimiz noktada anlıyoruz ki bu keyifli anları yaşamak, hayallerimizi gerçekleştirmek ve vicdanlı bir insan olarak uzun yıllar yaşamak için önce nefes almamız gerekli.

Son bir yılda tanık olduğumuz şeylerle gördük ki aldığımız nefes tehlike altında. Türkiye’de sıradan insanlar, sıradan anlarda öldürülüyorlar. İsimlerimizin henüz trend topic olmaması, DNA testiyle ismimizin belirlenmemesi tamamen tesadüflere kalmış durumda. Bugüne kadar ölümle aramızda bulunduğuna inandığımız çizgiler yavaş yavaş yok oluyor. Üstelik ne yazık ki güveneceğimiz kimse de yok. Teröre verilen en büyük cevabın köprü olduğuna inanan bir devlet aklı bizim hayatımızı koruyamaz. Canlı bomba saldırısında paramparça edilen 103 insan için yapılan saygı duruşunu ıslıklayan insanların olduğu yerde hiçbirimiz güvende değiliz.

Geriye doğru tarayınca bu güruhun her daim var olduğunu biliyoruz. Türkiye tarihinde yaşanan katliamlar, katliamlara verilen tepkiler, bu katliamların mahkemeleri düşünüldüğünde IŞİD aklının bu topraklarda her daim var olduğunu anlamak zor değil. Bugünün geçmişten farkı, IŞİD fikrinin Türkiye’de ana akım hale gelmiş olmasıdır. Türkiye’de IŞİD’e sıcak bakan insanların oranı %8. Bu da demektir ki IŞİD burada seçime girse, ufak bir kampanyayla barajı geçebilir.

Tüm bu koşullar altında kime güveneceğimi, kimden medet umacağımı bilmiyorum. Görüp tanıdığım kadarıyla çevremdeki insanlar ve onların çevresi de aynı duyguda. İki muhalefet partisi de benden farksız şekilde olan biteni izliyor. Türkiye’de %25’lik tabanı olan CHP’nin ne diyeceğini merak eden hiç kimse yok. Bir dağın tepesinden lavların içine sürüklenen kayalar gibi yuvarlanıyoruz. 26 yaşımda ölümden korkuyorum. Boğaz Köprüsü’nden geçerken acaba köprünün diğer tarafına geçebilecek miyim diye kaygılanıyorum. Kendi cenazemi hayal edecek kadar düştüm.

Her kafamı kaldırdığımda birisi çıkıp “bize saygı duy yoksa seni gebertiriz” diyip suratıma bir tokat atıyor sanki. Türkiye sınırları içerisinde tek bir kişiye daha saygı duyacak halim kalmadı. Ben artık bu ülkede sürekli birilerine saygı duyarak yaşamaktan çok sıkıldım. Çünkü burada saygıdan kastedilen tek şey itaat. Saygı kisvesi altında toplumsal hiyerarşi kuruluyor ve öylece izliyoruz. Güle oynaya IŞİD’e barbar toplayan insanlar serbestçe gezerken bizler tutuklanmaktan korkuyoruz. Bunu bu şekilde söylemek istemezdim ama gerçekten bombok bir yere döndü burası.

Sekülerliğe ve sekterliğe en çok ihtiyacımız olduğu bu zamanlarda yavaş yavaş kaybedecek bir şeyimizin kalmayacağı noktaya doğru ilerliyoruz. Çünkü elimizden hayatımızı alıyorlar.

Herkese iyi bayramlar dilerim, tabii böyle bir şey gerçekten mümkünse.