Kopyacı bir varoluş mu yaşıyorsunuz, yoksa dünyadaki karşıtlıkların üstesinden gelmeye çalışan diyaloğa dayalı bir varoluş mu? Kopyacı varoluş yaşayan biri sanatçı ya da bilim insanı olamaz, yeni şeyler ortaya koyamaz. Eğitim sisteminin ve kültürün en büyük açmazı da burada yatar, birbirinin kopyası insanlar yaratması. İş pazarı ve kariyer planlamaları da benzer bir etki yaratır insanlar üzerinde. Sosyal medya da insanların birbirine benzeme kapasitesini arttırmış durumda. Ama bir yandan çağın getirdiği bireyselleşme dayatması da var, insanı yaratıcı olmaya zorlayan.

Gadamerci anlamda diyalog, ‘verstehen’ (anlama) ve ‘andersverstehen’ (farklı olarak anlama), farklılıkların ve farklı olmayanların ayırdına varmaya yarar. Özgürlükçü, arayış halinde, öğretirken öğrenen, öğrenirken öğreten, ötekilerle iletişime geçerek ‘oluş’unu hazırlayan bir diyalog… Beckett’in eserlerinden de biliyoruz ki diyalog için bir başkası gerekmez (ki ben bir başkasıdır), insan kendi kendisiyle de bir diyalog halinde olabilir. Andre Breton, ‘Nadja’ adlı eserinde şöyle yazmıştı: “Kendimde gördüğüm her türlü beğeninin, kendimde hissettiğim eğilimlerin ve yakınlıkların, maruz kaldığım cazibelerin, başımdan geçen ve yalnızca benim başıma gelen olayların ötesinde, kendimi yaparken seyrettiğim bir sürü hareketin, yalnızca ve yalnızca benim hissettiğim heyecanların ötesinde, diğer insanlar karşısında, beni onlardan ayıran şeyin nerden kaynaklandığını değilse de, neden ibaret olduğunu öğrenmeye çaba gösteriyorum. Bu dünyaya, tüm diğer insanlar arasında ne yapmaya geldiğimi, alın yazıma yanıt verebilecek, yalnızca bana özgü, ne mene bir mesajın taşıyıcısı olduğumu gözler önüne serebilmem, bu farklılığın ne ölçüde bilincinde olduğuma bağlı değil midir?”

Breton, sanatın ve felsefenin gerçekte neye hizmet ettiğini ve insandaki anlam arayışının farkındalıkla ilişkisini gözler önüne serer. Psikoterapi de benzer bir amacı paylaşır sanat ve felsefeyle, bütün mesele Gadamerci anlamda diyalog sayesinde ‘anlama’ ve ‘farklı olarak anlama’ aracılığıyla, Breton’un bahsettiği gibi farklılıkların ve benzerliklerin farkındalığını yakalayarak özgürleşmek, yaşadığını hissetmek…

Kopyacı bir varoluş içinde olan biri, bu diyaloğu kendi içinde yaşayamaz, sürekli bir monolog içindedir, monologları sever, kendisini dinlemediği için başkalarını da dinlemez, zihnindeki şablonlara göre hareket eder ve o şablonlar gerçekleşmediğinde hayal kırıklığına uğrar, umutsuzluğa düşer. Diyaloğa dayalı bir varoluş içindeki kişi, sürekli haklı olma çabası içinde değildir, ötekine ihtiyaç duyar ama ona tabi olmaz, zorlukları karşıtlıkları içinde yaratıcı çözümler bularak aşmaya çalışır. Ama sosyal psikolojideki yaklaşımlardan biliyoruz ki, hangi varoluş içine sürüklendiğimiz bireysel tercihlerle ilgili olsa da içinde yaşanılan kültürden bağımsız değil, hatta fazlasıyla kültürün belirleyici bir öneme sahip olduğu ortada. Ama günümüzde büyük bir açmazla karşı karşıyayız, hâkim olan kültürü belirleyen tüketim toplumunun bireylerden beklentisi, gerçekte toplumsal yaşamı tehdit eder hale geldi. Hiçbir toplum, kendi kendisini imha edecek beklentilerle bireyleri donatmaz, ama bugün tam tersi bir durum söz konusu. Yabancılaşma öyle bir düzeye geldi ki, toplumu bir arada tutan bağlar ya koptu, ya da kopmak üzere… Kopyacı bir varoluş teşvik edildiği sürece, bugün yaşadığımız hiçbir sosyal siyasal sorunu aşamayacağımız ortada.