“Son kötü günleri yaşıyoruz belki,

 İlk güzel günleri de yaşarız belki…”*

 
 
Çok eski zamanlarda çanları, kiliseleri ve de camileri, mabetleri ve kadim mekânlarıyla nam salmış eski şehirlerden birinde şaşkın bir halde şehrin sakinleri sormuşlar birbirlerine “kilisenin çanı, dört defadan fazla çalarsa, ölen kimdir ki!” diye.

Krallık belki de Padişahlıkla yönetiliyormuş ülke. Hukuku, kadılar icra etmekle mesulmüş, devlet adına.

O eski ve kadim şehrin sakinleri bilirlermiş ki;

Sıradan kendi halinde bir garip vatandaş öldüğünde büyük kilisenin dev çanı bir kez çalar ve uzun uzun yankılanırmış şehrin meydanında.

Eşraftan, tanınan bilinen biriyse eğer ölen, çan iki kez çalarmış.

Büyük bir devlet adamıysa ölen, üç kez çalınırmış çan.

Uzaktaki büyük devletli kral / padişah her zaman ölmez tabi, kral öldüğündeyse büyük yası hem ülkeye hem şehre haber vermek için, çan dört kez çalarmış.

Gel zaman git zaman şehirde sıradan bir olay cereyan etmiş. Taraflar kadıya başvurmuş. Davanın taraflarından sanık olarak gösterilen şahsın ise masumeyitini neredeyse bütün şehir halkı bilmedeymiş. Dava herkeslerce malummüş ve beratla sonuçlanması beklenen bir davaymış.

Beklenen olmamış! Sanık ağır bir para cezasına mahkûm edilmiş. Kadı sormuş; “Bir diyeceğin var mı?” Sanık yanıtlamış, “Hayır.”

Davanın sonuçlanmasından kısa bir süre sonra büyük kilisenin çanı çınlamaya başlamış. Bir, iki, üç, dört ve beş kez!

Törede, adette, usulde görülmemiş bir işmiş çanın beş kez çalması!

Bir, iki, üç ve dördü anlaşılır da, beş kez çalan çan neye delalet emekte ola ki acep!

Kiliseye ve çan kulesine koşmuş eski şehrin sakinleri ve bakmışlar ki kadı tarafından haksız yere cezalandırılan sanık çalıyor çanı. Hem de beş kez…

Sormuşlar, “ölen kim ve neden beş kez” diye.

Yanıt, hakikatin olanca çıplaklığıyla ortadaymış: “Ölen adalet”tir.

"Adaletsizliği önleyecek gücümüzün olmadığı zamanlar olabilir, ama adaletsizliğe itiraz etmeyi beceremeyeceğimiz zaman asla olmamalıdır!"

Siz, siz olun; halklara ve insanlığa karşı işlenmiş suçlara tavır alın. Ve adalet isteyin. Şehri, ülkeyi ve içinde yaşamış / yaşayan insanları, o şehri ve o ülkeyi gözünden bile sakınarak yazan, anlatan, savunan(lar)dan dinleyin sorun. Böyle biri(leri)nden dinler ve okursanız eğer şehri, ülkeyi; çıplak “hakikat”i dinlemiş, öğrenmiş ya da okumuş gibi olursunuz.

Şairin kelamınca “Bir mısra daha söylesek her şey düzelecek (mi?).”* Söylemiş olalım o halde orta yerde kalmasın mısra’ın haysiyeti…

*Dizeler, Cemal Süreya’ya aittir. Mısra’ının haysiyetine hürmeten…

Not: Bu yazı Gittiler İşte kitabımın girizgahındandır. Bir iki küçük müdahale ile paylaşıyorum. Başka bir yazı yazmak içimden gelmedi…