Körfez oldukça basit bir hikâye etrafında şekillenen ve temelde kahramanımız Selim’in İzmir'le kurduğu sevgi-nefret ilişkisini yarı sinemasal-gerçekçi, yarı alegorik bir dille ifade etmeye çalışan bir yapım. Bu bağlamda filmin başrol oyuncuları arasında Selim, onun garip, fırlama asker arkadaşı Cihan (Ahmet Melih Yılmaz) ve İzmir’i saymak yanlış olmaz

Körfez

Aslı Daldal - Sinema Yazarı, Akademisyen

Körfez, Mimar Sinan ve Sorbonne’da sinema eğitimi alan, daha sonrasında ise yapımcı olarak kariyerine devam eden Emre Yeksan’ın ilk uzun metraj yönetmenlik denemesi. Ödüllü Türk filmlerinin ardı ardına gösterime girmeye başladığı bu bereketli günlerde Fikret Reyhan’ın başarılı filmi Sarı Sıcak ile aynı zamanlarda vizyona giren Körfez, Sarı Sıcak’la ortak bir “afiş kardeşliği” de paylaşmış.

Genç bir erkek karakterin tekil resmedilişinden ibaret bu afişler, artık bağımsız Türk Sineması’nda fazlasıyla aşina olduğumuz, apolitik, ahistorik, sürekli “kaybeden”, şiddet eğilimli, giderek paranoyak bir orta sınıf erkek karakterin distopik öyküsüne odaklanır gibi durmakta. Ancak en azından Körfez’in Ulaş Tuna Astepe’nin canlandırdığı Selim isimli kahramanının yüzünü resmeden afişinde, alışıldık “arızalı” ifadeden ziyade, belki de oyuncunun yumuşak mavi bakışlarından gelen bir “kendiyle barışık olma durumu” da gözden kaçmıyor. Geçen sene özellikle Mavi Bisiklet, Babamın Kanatları ve Kaygı filmleriyle yeniden hayatını biçimlendirme potansiyeline sahip yaşayan, hisseden “öznelere” doğru küçük de olsa bir meyil göstermeye başlayan sinemamızın, hiçlik-yokluk- hissizlik üçgeninden çıkmasının yeni emarelerini bulma umuduyla Sarı Sıcak ve Körfez arasındaki zor tercihi Körfez’den yana kullandık. Gerçi Sarı Sıcak’ın daha fazla ödülü vardı ama Nuri Bilge’den bu yana artık ödüllere de fazla bir imanımız kalmadığı için, vakti dar olan pekçok sinema meraklısı gibi, çok başarılı olduğuna hiç şüphemiz olmasa da Sarı Sıcak’ı başka bir buluşmaya bırakarak Körfez’in biraz alegorik, biraz kişisel, biraz politik ve birazcık da amatör dünyasına kendimizi bıraktık.

Körfez oldukça basit bir hikâye etrafında şekillenen ve temelde kahramanımız Selim’in İzmir'le kurduğu sevgi-nefret ilişkisini yarı sinemasal-gerçekçi, yarı alegorik bir dille ifade etmeye çalışan bir yapım. Bu bağlamda filmin başrol oyuncuları arasında Selim, onun garip, fırlama asker arkadaşı Cihan (Ahmet Melih Yılmaz) ve İzmir’i saymak yanlış olmaz. İstanbul’daki hayatına eşinden boşanınca veda eden ve nereye koyacağını kestiremediği üçbeş dünyalık eşyası ile İzmir’e ana baba yanına geri dönen Selim’in hikâyesini anlatıyor Körfez. Ne yapacağını nereye gideceğini bilemeyen, yine bağımsız Türk filmlerindeki Albert Camus’nün Yabancı romanından fırlama donuk sosypat adamlar gibi biraz boş bakan, fazla tepki vermeyen Selim, asker arkadaşı Cihan sayesinde daha “yaşayan” merkezin dışında bir İzmir’le tanışır. Ancak Selim’in diğer Türk filmlerinde karşımıza çıkan zavallı adamlardan temel farkı belli bir “iyileşme” umudunu, yaşama potansiyelini barındırmasıdır. Körfez’den yayılan dayanılmaz koku yüzünden bütün eş dost, hısım akraba İzmir’i terk edince boşalan şehir, Selim’e, hiç hatırlayamadığı tekinsiz asker arkadaşı Cihan’a ve şehirdeki diğer “mülksüzlere” kalır. Sahilde yaptığı gezintiler onu çamura bulasa da, şehrin ara sokaklarında, çingene mahallelerinde, uzak mesire yerlerinde kimliksiz, eşyasız, kazanma takıntısı olmadan yaşayan dost kalabalık Selim’i biraz olsun ferahlatacaktır.

Körfez, bu basit hikâyesini, yönetmenin uzun zamandır biriktirdiği anlaşılan değişik imge ve alegorilerle zenginleştiriyor. Filmin başındaki falcı sahnesi, filmin ana eksenindeki karakterler konuşurken kameranın konuyla ilgisi olmayan hizmetçi, garson gibi kişilerin peşinden gidip, esas insanlar konuşurken diğerleri ne yapar gibi son derece hoş bir takıntının izini sürmesi, körfez yangınını izleyen ana oğul’un “deja-vu” meselesi üzerine yaptıkları konuşma, İzmir boşaldıktan sonra Selim’in şehirde keşfettiği sokaklar, o sokakların birinde boş buldukları arabayı olanca neşeleri ile parçalayan çocuklar, işe yaramayan eşyalarını en sonunda sahilde yakmaya karar veren Selim’i gören polislerin arabadaki bol küfürlü ve biraz da mizahi konuşmaları Emre Yeksan’ın filmine kattığı orijinal fragmanlardan bazıları. Bu fragmanlar ve başrol oyuncusu Ulaş Tuna Astepe’nin mahsun ama yine de umutlu ifadesi filmi izlenir kılıyor. Ancak yine de filmin genel olarak bazı “kopukluklar” içerdiği, bu güzel fragmanların birbiriyle bağlantılarında biraz teklemeler olduğu, gereksiz yeme, içme, oturma kalkma sahnelerinin filmin şiirselliğini zedelediği söylenebilir.

Ayrıca filmin başat metaforu “koku” meselesi belki biraz daha toplumsal, politik bir zeminde değerlendirilebilirdi. Bir de müthiş yüz ifadesine rağmen oyuncu Astepe’nin “vücut dili” sanki bazen yetersiz kalıyor. Filmin zaman zaman “akmayan” anlatısı gibi Astepe de, muhtemelen kendisinden öyle istendiği için, bazen fazla donuk, tepkisiz bir duruşa kayıyor. Asker arkadaşı Cihan’ın (A. Melih Yılmaz) dramatik altyapısı daha kuvvetli seyirciyi alıp götüren oyunculuğunun çoğunlukla kurtarıcı olduğu Körfez gene de bütün eksikliklerine rağmen çok başarılı, akılda kalıcı ve etkileyici bir ilk film.