“Özgürlük gazeteciliğin oksijeni, gazetecilik demokrasinin garantisidir”, 3 Mayıs Dünya Basın Özgürlüğü Günü’nde bir araya gelen ve Gazetecilere Özgürlük Platformu (GÖP) içinde de birlikte mücadele eden 100 kadar meslek örgütünün yaptığı ortak açıklamanın ana fikriydi.

İstanbul’da Tünel’den başlayıp Galatasaray Meydanı’na kadar yapılan yürüyüşe televizyon kanalları epey yer verdiler, sağ olsunlar. Eh, gazetelerde de yazıldı bir şeyler. Onlar da sağ olsunlar.

Cemaat medyası hem etkinlikleri izlemede şampiyondu, hem de yer vermede. Onlara ne demeli? Az sonra…

BirGün birinci sayfadan haber yapmıştı dün “Özgür basın sokakta” diye. Tersten okusanız özgür olamayanlar sokağa çıkamıyor!

Bu satırları okurlar okumasa da olur, sözlerimin asıl muhatabı meslektaşlarım, gazeteciler… Memleketin önde gelen ve neredeyse tüm meslek örgütlerinin düzenlediği bir etkinliğe ilgi göstermeyen anlı şanlı gazetecilere, köşe yazarlarına, televizyon programcılarına. Sendikacılar, milletvekilleri gazetecilerle birlikte yürürken, bir Pazar sabahı bir mesleki etkinlikte mesleklerinin örgütleriyle olamayanlara…

Onlar ki kariyerlerinin ilk yıllarında, henüz kendilerini zayıf hissederken mutlaka bir meslek örgütü saflarında yürümüş, ama kariyer ve şöhret basamaklarını tırmanıp yükseldikçe örgütlerden uzaklaşmışlardır; bugün bu durumdaysak biraz da bundandır!

“Karikatür çizip twit atanın Cumhurbaşkanı’na hakaretle, haber yazıp manşet atanın halkı iktidara karşı kışkırtmakla, belgesel çekenin terör propagandasıyla suçlandığı, gazetelerin yargılanıp gazetecilerin hapsedildiği ve basın özgürlüğü sıralamasında dünyanın 154’üncüsü olan bir ülke” değil mi Türkiye?

3 yıl önce durumumuz pek parlaktı, cezaevinde gazeteci yoktu da, şimdi mi var? 3-5 yıl önce ekonomik, siyasi, diplomatik karnesi pekiyi doluydu da hükümetin, şimdi mi kırıklarla doldu? “Az sonra…” demiştim ya Cemaat medyasına yukarıda, işte bu sorular da onlara gelsin. Dün basın özgürlüğünden, cezaevinde gazeteciden söz eden meslek örgütlerine vebalı gibi bakarken, onlara alternatif örgütler yaratmaya çalışırken, bugün her etkinliği birkaç muhabirle izleyen, yöneticilerini günde birkaç kez arayanlara Today’s Zamanca söylersek; Good morning after supper!

Bir soru sorma mesleği olan gazeteciliği, soru sormadan ya da yalnızca iktidarın hoşuna giden sorular sorarak yapmamız istenmiyor mu bugün? İktidarı rahatsız eden sorular soranlar, sokakta ve sosyal medyada linç edilmiyor mu? Akreditasyon uygulamasıyla haberi alıp halka ulaştırmamız gereken ve özünde halka ait olan mekânlar muhalif gazetecilere kapatılmıyor mu? Neredeyse cami avlusunun bile yandaş olmayan gazetecilere, foto muhabirlerine, kameramanlara kapatıldığı bir akreditasyon uygulaması yok mu? Bu gidişle, halkın temsilcilerinin yasama görevini yerine getirdiği Meclis’in bile gazetecilere kapatılması endişesi taşımıyor muyuz? Tekzip hakkı kötüye kullanılarak, iktidarı eleştiren her haberde, dosyalar doğru dürüst incelenmeden tekzip kararları verilmiyor mu? Her gün işten atılmıyor, kölelik koşullarında güvencesiz çalıştırılmıyor muyuz? Dünyanın özgürlük alanı olarak gördüğü internet de burada yasaklar alanına dönüşmedi mi?

Büyük gazeteciler için yeterince büyük meseleler değil mi bunlar?

Gazetecilik adına köşeleri doldurup ekrandan ekrana koşarak otorite ve iktidara hizmette sınır tanımayanlar her devirde vardı, şimdi de varlar.

Ya onlar dışında kalanlar? Belgesellerde konuşanlar sadece... Yöneticilikten ayrılınca, yıllardır kullandığı köşeyi kaptırınca, bir zamanlar her gün göründüğü ekran kendisine kapatılınca mesleki sorunlar üzerine iki çift laf etmeye başlayanlar, onlar ne kadar ilgi gösteriyorlar meslek örgütlerine ve sorunlarına? Dünyanın ve Türkiye’nin devasa sorunlarını müthiş analizleriyle çözümleyenler, kendi söküklerini dikmeye ne kadar tenezzül ediyorlar?

Ona buna laf söylemenin pek anlamı yok aslında. Şairin dediği gibi; korkak bir karanlık içindesin kardeşim, serçe gibisin ve kabahatin çoğu da senin!