Korkmasaydın  ne yapardın?

ÖZGE DOĞAR

“İnsanın tek doğumu annesinin onu doğurduğu gün değildir; hayat onu defalarca doğuma hazırlar"
Gabriel Garcia Marquez

Mesela ben korkmasaydım motosikletimle pizza dağıtan bir pizzacı olurdum. Ama çok korktum. Para kazanamamaktan değil, motosiklet sürmekten. Bisiklet bile süremezken motorsiklet sürmeye hangi cüretle kalkışacaktım. Hiçbir zaman bisiklet süremedim, ya düşersem korkusu mutlu olmamın önüne geçiyordu. Oysa düşmenin de öğrenmeye dair olduğunu bilmiyordum. Hayatta kaç defa düşüp kalkacağımı da... O dönemde gerektiği kadar cesaretim yoktu demek. Birkaç defa sürmek için çaba sarfettim ama koşullarım da bisiklet sürmeme uygun değildi ya da koşulları yaratabilecek cesaretim yoktu. Bir gün cesaretimi aştım. 35 yaşındaydım ve ilk bisikletimi almıştım. Pembe bir çocuk bisikletiydi. Sadece onu sürebilirim diye düşündüm, yeni bisikletimi sürebilmek için biraz çalıştım, sonra iş güç derken koşullara uyduramadım. Bisikleti olmasını çok isteyen bir kız çocuğuna düşünmeden verdim. Çok sevindi, üstelik bisiklete biner binmez de ara sokaklarda motosikletli bir pizzacı kadar çılgınca sürmeye başladı pembe bisikletini. Belki bir gün evlere servis yapan bir pizzacı olur. Hiç durmadım, bir bisiklet daha aldım. 40 yaşında kocaman bir kadın olarak katlanabilir bisikletimin olmasının coşkusunu yaşıyordum. Binebilecek miydim? Hayır hiç binmedim. Evimin nadide bir köşesinde ‘bak ben buradayım çocukluk düşün, hâlâ duruyorum’ diyor. Hâlâ düşmekten yaralanmaktan korkuyorum. İki tekerlek üzerindesin ve düşmemek için o tekerlekleri harereket ettirmen gerekiyor. Bunu yaparken denge mevzusu da var tabi. Evet zaman geçtikçe daha çok korkuyor insan. İçindeki çocuk hep daha cesur. Öyleyse tekrar deneyeceğim, içimdeki cesur çocuk için... Büyüdükçe yitiriyoruz çocukluğumuzu ve cesaretimizi çünkü beynimize kodlanıyor korkaklık. Algılarımız daha açık oluyor kötüye... Peki ya çocukken... O bizim çocukluk cesaretimiz, çalışırsak yaparız umudumuz... Hep tatlı bir masal gibi çok uzakta mı kalıyor? Oysa sen aynı sensin sadece yaş aldın biraz. Bahar Eriş bizlere tekrar hatırlatıyor ve soruyor; Korkmasaydın ne yapardın?

İşte sevgili Bahar, kendisinin de dediği gibi festival gibi bir kitapla karşımıza çıktı: ‘Korkmasaydın ne yapardın?’.

Kitabın sayfalarını okumaya başladıkça daha da kendinle yüzleşmeye başlıyorsun. Kitabı okumaya İstediğin bir yerden başlayabilirsin ama Bahar, başından başlamamızı rica etmiş. Başından başladım ben de. Sevgili Bahar, kendinden yola çıkarak ortak bir duygu dili geliştirmiş. Benim isyankâr sözlerime karşın Bahar hep nazikçe cümleler kurar zaten. Aynı nezaketi kitabında da göstermiş. Kalbimize dokunurken “Bilmen gerek, düşün lütfen! Bu senin elinde” demeyi ihmal etmemiş. “Biraz cesur ol, hayat senin hayatın” derken “kimseyi de üzmek zorunda değilsin”i eklemiş.

“Senin hayatında kaç cesaret denemesi var”

“Evet hayat zor ama bunu herkes biliyor sana güç verecek seni cesaretlendirecek olan yine sen de saklı” demiş. “Bir de seninle beraber yürüyen bilgi dağarcığına yenilerini ekle, öğrenmekten korkma, öğrendikçe yanlış yapmam deme, öğrenmek için yanlış yap” demiş. “Yanlışlarınla daha öğreniyor ve büyüyorsun” demiş.

Bunları söylerken de hayatına yüreğine dokunan herkesten destek almış.korkmasaydin-ne-yapardin-664364-1.

Kitapta beni en çok etkileyen destekçisi: Columbia faciası olarak bilinen okul katliamını organize eden iki çocuktan Dylan Klebold’un annesi. Bazen sevmek yetmiyor, dinlemek de gerekiyor, daha çok dinlemek, dinlemek, dinlemek...

Kitapta başka neler var neler... Cesur kadınlar, azimli çocuklar, şekilden şekile giren ebeveynler, insanlık hallerimiz ve bazen de ülke durumlarımız. Serpme kahve tadında sunulmuş kitapta herkesin kendinden bir şey bulduğunu düşünüyorum. Keyifli bir okumaydı, teşekkürler Bahar Eriş...