G20 maliye bakanları ve merkez bankası başkanları toplantısı Ankara’da tedirgin bir ortamda yapıldı. Son haftalarda emtia fiyatlarının hızla düşmesi, borsaların aşırı bir oynaklık göstermesi, döviz kurlarının şiddetle dalgalanması dünya ekonomisinin geleceğine ilişkin kaygıları artırmıştı. Bu nedenle konuklar, “yanlış bir laf ağzımdan çıkıp da, piyasaları karıştıran suçlu ben olmayayım” korkusuyla suya sabuna dokunmayan mesajlarla yetindiler.

Çin merkez bankası guvernörü Zhou Xiaochuan’ın, “borsadaki balon patladı, sorunlar büyük ölçüde geride kaldı” açıklaması yüreklere su serpti. Daha doğrusu böyleymiş gibi bir hava verildi. Çin’de gerçekleşen devalüasyonun, “piyasa mesajlarına uyumlu”, yerinde bir hamle olduğu konusunda genel bir konsensüs oluştu.

Sonbaharın gelişiyle birlikte dünya ekonomisinde daha büyük bir fırtınanın kopacağına ilişkin ciddi bir endişe var. Üstelik kapitalizm 2008’de patlayan krize henüz bir çözüm üretebilmiş değil. Kurtarma operasyonları kamu borçlarını sıçrattığı için kamunun müdahale kabiliyeti de daralmış durumda. Dünyanın likiditeye boğulmasının, örneğin ABD’de parasal tabanın kriz öncesindeki 800 milyar dolardan, şimdi 4 trilyon dolara yükselmesinin yan etkilerinin nasıl giderileceği sorusuna da bir cevap bulunmuş değil. Dünya ticareti de hızla daralıyor ; neoliberal ezber emekçi kitlelerin gelirlerini artırıp, sosyal haklarını genişleterek etkin talebin uyarılmasına, böylelikle ekonomilerin canlandırılmasına cevaz vermediği için, Ankara zirvesi inandırıcılığı bulunmayan iyimser bir sonuç bildirgesiyle geçiştirildi.

Küresel krizden bu yana, 2007-2014 aralığında Çin ekonomisi yüzde 70 GSMH artışı sağlayarak dünya büyümesine üçte birlik katkıyla motor görevi üstlendi. Buna karşın gelişmiş ülkelerin en kabadayısı görünen ABD aynı dönemde sadece %8 büyüyebildi. Gelgelelim New York, Londra, Paris derken tüm borsalar bu sürede en az ikiye katlandı. Haliyle zenginler daha zenginleşirken, gelir uçurumları daha da açıldı. ABD’deki en zengin 400 ailenin serveti 2008’den bu yana ikiye katlandı.
Kısaca, küresel krizi kamu yatırımlarıyla istihdamı artırarak, vergi cennetlerini zapturapt altına alarak, özellikle bankacıların aşırı ikramiyelerini törpüleyerek, gelir ve servet dağılımı bozukluklarını giderici vergi politikaları uygulayarak, özetle sistem içi manevralarla aşmak denenmedi bile. Aksine zenginlerin servetine servet katan uygulamalarla yeni bir krizin koşulları yaratıldı.

Gelelim Türkiye’ye
Türkiye ev sahipliğindeki G20 zirvesiyle dünyaya “ben de varım” mesajı vermeye hazırlanıyordu. Ne var ki görevi devraldığı Şubat 2015’ten bu yana AKP hükümetinin böbürleneceği kozlar bir bir elinden gitti. Zaten ülkenin Ortadoğu politikası iflas etmiş, RTE sultasında otoriter bir rejime geçildiği kanaati yaygınlaşmıştı. 6 Haziran’da AKP hükümeti çoğunluğu kaybedip, bir de üzerine ülke çatışma ortamına sürüklenince eldeki kozlar tükenmiş oldu. Zaten büyüme iyice yavaşlamış, işsizlik yüzde 10’a demir atmıştı. Son gelen ekonomik veriler, Temmuz ayında ihracatın geçen yılın aynı ayına göre yüzde 16,2 azaldığı, Türkiye’nin küresel dış ticaret daralmasından fazlasıyla payını aldığını gösterdi. Derken konukları doların 3 TL’ye yükseldiği haberi karşıladı. Velhasıl süngüsü düşmüş, elinde böbürlenecek hiçbir malzeme kalmamış bir Türkiye için haliyle G20 toplantısı sönük geçti. Sükse yapacak hiçbir malzeme çıkmadı.

Dünya ekonomisi nereye?
Gidişata ilişkin tek cesur uyarı Hindistan Merkez Bankası Başkanı Raghuram Rajan’dan geldi:
“Para-politikasındaki normalleşmenin (ABD’nin Eylül’deki olası faiz artışını kastediyor) varlık fiyatlarında (borsalar diye okuyun) ve döviz kurlarında önemli bir oynaklığa neden olarak ekonomik aktiviteyi daha da yavaşlatacağından korkuluyor. Bu sorunu şimdi ele almazsak, gelecekte ilgilenmemiz gerekecek.” Rajan IMF baş ekonomistliği görevinde bulunmuş, uluslararası finans çevrelerinde de sözü geçen biriydi. Kriz öncesindeki Jackson Hole toplantısında sistemin kırılganlıklarını ortaya dökmüş, bir anlamda yaklaşan fırtınayı sezen az sayıdaki uzmandan biri olmuştu. MIT öğretim üyeliğini de içeren güçlü sicili bile Ankara’da uyarılarının yeterince dikkate alınmasına yetmedi.

Kriz kahinleri listesinin başlarında yer alan, 2013 Nobel Ekonomi Ödülü sahibi Robert Shiller de, borsadaki aşırı şişkinlik karşısında uyarılarda bulunuyor. Kendi yöntemiyle hesapladığı fiyat-kazanç oranının 1929, 2000 ve 2007 bir yana bırakılırsa her dönemden daha yüksek olduğunu söylüyor. Yani kibarca “kriz kapıda” sinyalini veriyor.

7 yılda bir finansal krizin kapıyı çaldığına inananlar da sıralıyor: Malum 1987 New York borsa krizi, 1994’te tahvil piyasalarının sarsılması, 2001’de 11 Eylül saldırısının piyasalarda yarattığı çalkantı ve 2008’de Lehman Brothers’ın batışıyla zirveye ulaşan küresel kriz… 2015 Sonbaharı da 7 yıl kuralını teyit eder, krizler tarihine kayıt düşer mi bekleyip göreceğiz.
Ama gerçekten ortalık karışırsa, tüm dünyanın gözü Kasım’da Antalya’daki G20 zirvesine dikilir.