Korku duvarı aşılırken

Türkiye, 23 Haziran’daki İstanbul seçimine kilitlenmiş durumda. 17 yıldır ülkeyi yöneten, son yıllarında MHP’nin koltuk değneği olmasıyla iktidarını sürdürmeyi başaran siyasal İslamcı rejimin ağır bir yenilgiye doğru yol aldığı görülüyor. YSK darbesiyle tekrar edilen seçimlerle ilgili izlenmesi gereken politika hiç bu kadar basit olmamıştı. Artık kimin kazandığından çok, kimin matematiksel olarak da kaybedeceğinin önemli olduğu bir “referandum”la karşı karşıyayız.

KORKU DUVARLARI AŞILDI

Evet, AKP-MHP iktidarı bütün bu süreçte siyasal olarak kaybeden taraftır. Topluma her türlü baskıyla, yalanla ve oldubittilerle dayatılan “tek adam rejimi”, her yönüyle çatırdamaktadır. Her şeyden önce toplumun çok büyük bir bölümü, kendi öz deneyimiyle siyasal İslamcılığın yenilebileceği duygusunu kazanmıştır. Hukukun iktidarın doğrudan sopası olarak kullanılmasına, sahte iddianamelerle cezaevlerine doldurulan insanlara ve her türlü baskı ve tehdide karşın korku duvarı aşılmış durumdadır.

Devletin bütün imkânlarıyla yukarıdan aşağıya inşa edilmeye çalışılan ve üniversitelerinden yargısına, bürokrasisinden medyasına varıncaya değin keyfiyete terkedilen rejim, elde ettiği bütün kazanımlara karşın bir türlü dikiş tutturamıyor.

Evet, siyasal İslamcılık devlet ihaleleriyle büyük bir ekonomik güç elde eden, yeni bir ayrıcalıklı zümre yaratırken, özellikle belediye rantlarıyla zenginleşen vakıf ve cemaatlerle toplumsal bir taban da elde etti. Bu arada tarumar edilen eğitim sistemi, sahte davalar ve kumpaslarla tahrip edilen devlet kurumları, Diyanet ve cemaatler eliyle dinin istismarı ve laikliğin ayaklar altına alınması, siyasal İslamcılığın üzerinde yükseldiği temeli oluşturdu. Buna neoliberal bir ekonomi politikasının yarattığı sınıfsal yıkımın ve yoksullaşmanın etkisi eklendiğinde, siyasal İslamcılığın iktidarının kökleri daha net anlaşılabilir. Uluslararası sermayenin ve emperyalizmin açık desteği de buna eklenmelidir.

OYUNUN SONUNA GELDİK

Şimdi oyunun sonuna geliyoruz. İstanbul seçimini kaybeden iktidar güçlerinin seçimi iptal ettirerek sergiledikleri tutum, seçimler yeniden kazanılsa bile, her şeyin birden bire çok güzel olmasına da kolayca razı olmayacaklarını gösteriyor. Her şey, her yana kök salan bu örgütlenmiş kötülüğün ortadan kaldırılması için uzun ve zor bir mücadele döneminin gerekli olduğunu ortaya koyuyor.

Soru bütün bu tahribatın seçimler sonrasında nasıl ortadan kaldırılacağıdır. İçi boş bir ‘kutuplaşmayı ortadan kaldıralım, kucaklaşalım’ vb. politikayla siyasal İslamcı rejim yenilgiye uğratabilir mi? Neoliberal politikalara karşı halkçı, kamu çıkarını ön plana alan kamucu bir ekonomi inşa edilmesi, laikliğin toplumsal hayatta ve eğitimde yeniden inşa edilmesi, demokrasinin kurumsallaştırılması ve barışın sağlanması nasıl olacaktır?

Bunun yolunun, siyasal İslamcı rejimin savunucuları kadar, onun karşısında yer alan güçlerin de hayatın her alanında örgütlenmesiyle geçtiği bilinmelidir. Yerel yönetimlerde, mahallelerde, okullarda medyada vb… Bütün alanlarda toplumsal örgütlerin oluşturulması kaçınılmazdır. Bu noktada sol-sosyalist güçlere son derece önemli görevler düşüyor. Siyasal İslamcı rejim karşısında, sorunun çözümünü eskinin parlamenter düzeninin ihyasına indirgemeyen, özgürlükçü ve demokratik bir rejimin kurulmasını ilke edinen bir program ve eylemlilik yeni dönemin en önemli görevidir.

Sol-sosyalist güçler bir yandan liberaller gibi siyasal gericiliği desteklememiş olmalarının ve ona karşı mücadele etmenin onurunu taşırlarken diğer yandan da 17 yıldır süren bu iktidarı yenilgiye uğratamamanın özeleştirisini yapmak zorundadırlar. Birleşik bir mücadele çizgisinin neden kurulamadığı sorusu seçimlerde elde edilecek ve kuşkusuz iktidarı geriletecek başarı kadar önemlidir. Sadece seçimi değil geleceği de kazanmak istiyorsak yeni dönemin görevleri bizi bekliyor.

SOL ELİM…

31 Martta AKP adayının kaybetmesi üzerine, bir YSK darbesiyle yenilenen İstanbul seçimi, iktidar çevresi ne kadar kaçınmaya çalışsa da, kaçınılmaz olarak iktidar bloku ve AKP için bir tür güven oylamasına, dolaylı bir referanduma dönüşmüş durumda.

Bu nedenle özellikle sol muhalif kesimler başta olmak üzere, geniş toplum kesimleri tarafından tıpkı 31 Mart seçimleri gibi bu seçimler de iktidar blokunu (bir parça) geriletme zemini olarak değerlendiriliyor ve ona göre bir tutum belirleniyor; AKP adayı karşısındaki tek seçenek olan E. İmamoğlu ( laiklik, devrim, sosyalizm vb. pek çok ayrımlar saklı tutularak) destekleniyor.

31 Mart’ta kendi İBB adaylarıyla seçime katılmayı tercih eden sol parti ve guruplar da iptal kararı sonrası adaylarını geri çektiler ve geç de olsa ilk defa solun geneli açısından bu konuda bir ortak yaklaşım oluştu.

Buna karşı, (AKP/iktidar blokunu desteklemeye devam eden Perinçek’in Vatan Partisi bir yana bırakılırsa) TKP çevresi de ayrıksı bir tutum gösteriyor. İptal kararı sonrasında “yenilenecek seçimlerin bir referanduma dönüşerek AKP’nin ve Erdoğan’ın oylanacağını” ifade etmelerine karşın, son açıklamalarında kendilerinin sandığa gitmeyeceklerini, dolayısıyla bu referandumda tarafsız kalacaklarını açıkladılar. Keza SMF isimli bir başka gurup da, aynı şekilde iktidar ve muhalefet bloklarının ikisinin de faşist bloklar olduğu gerekçesiyle benzer bir tutum benimsediğini açıkladı.