Korku sarmalından çıkış yolu birleşmekte
Siyaset Bilimci Güven Gürkan Öztan’ın 1983 ile 2002 arasını incelediği son kitabı, 12 Eylül sonrası sağ partiler üzerinden Türkiye’nin yeniden dizaynını anlatıyor. Öztan’a göre bugün rejimin otoriterleşme sürecini geriletebilecek en önemli şey bir birleşik muhalefet hattını inşa ederek siyasal alanın geri kazanılması.

Mehmet Emin Kurnaz
mehmeteminkurnaz@birgun.netDoç. Dr. Güven Gürkan Öztan’ın yeni kitabı “Merkez’den ‘Uç’lara Neoliberal Dönemde Sağ Siyaset” 1983-2002 yılları arasında Türkiye’de sağ siyaseti masaya yatırıyor. Ayrıntı Yayınları’ndan çıkan çalışma 12 Eylül darbesinin yarattığı siyasal mimariyi tarihsel perspektiften ele alırken bugünkü rejime de ışık tutuyor. Siyaset bilimci Öztan’la hem bahsedilen yılları hem de bugüne yansımalarını konuştuk.

Güven Gürkan Öztan
Ayrıntı Yayınları, 2025
Bu dönem neoliberal dönüşümün zirve yaptığı, 90’lı yılların karanlığını barındıran ve en önemlisi bugünkü iktidarın üzerine oturduğu bir sürece işaret ediyor. Ama öncelikle bu döneme ışık tutma ihtiyacı nereden doğdu?
Türkiye 45 yıldır bir dönüşüm içerisinde. Bu 45 yılın ortak noktalarından bir tanesi de Türkiye solunun ve ilerici güçlerinin tasfiyesi, aynı zamanda neoliberal rejimin farklı veçheleriyle Türkiye'de hegemonik hale gelmesi. Büyük ölçüde yürütmenin kuvvetlendirildiği, meclisin ve halkın siyasetten uzaklaştırıldığı bir süreç bu. Dolayısıyla kitap aslında iki ayrı dönemi incelemeye dönük bir projenin ilk ayağı. İlki 1983-2002. İkincisi de 2002 sonrasını kapsayacak. Yapmaya çalıştığım şey AKP iktidarının öncesinde Türkiye sağının gelişim sürecini ve aslında AKP'nin iktidara gelişinin taşlarını döşeyen süreci bir miktar anlatmak. Ama bunu anlatırken de sağ aktörler arasındaki karmaşık ilişkileri ve her bir sağ aktörün kendi içerisinde geçirdiği dönüşüme de ayna tutmaya gayret ettim.
Bu dönem aynı zamanda darbeyle birlikte gelen yeni rejimin tedrisat süreci oldu. Bu sürece kısaca ışık tutarsak darbe sonrası ana hatlarıyla nasıl bir dizayn ortaya çıktı?
Şimdi bu dizaynın birkaç tane önemli olmazsa olmaz prensibi vardı. Bunlardan bir tanesi zaten darbeyi önceleyen 24 Ocak kararlarının uygulanmasını mümkün kılabilecek bir siyasi tasarım yaratmaktı. 12 Eylül darbesi sonrasında bunun ilk örnekleri zaten Turgut Özal'ın ekonomiden sorumlu başbakan yardımcısı olmasıyla başlamıştı. Sivil dönemde de Anavatan iktidarıyla sürdü. İkinci önemli nokta siyasal temsilin mümkün olduğu kadar sınırlandırılmasıydı. Dolayısıyla hem yüzde 10 barajı hem de 1983 seçimleri öncesinde siyasal partilerin kurucularını vetolayarak sadece 3 siyasi partinin seçimlere girmesine izin verilmesi süreci bu temsili daraltma üzerine kuruluydu. Üçüncü önemli ayak demokratik muhalefeti ve toplumsal muhalefeti sindirmek, etkisizleştirmekti. Bunun da 12 Eylül dönemiyle başladığını ama Anavatan iktidarı döneminde aynı şekilde sürdüğünü kitapta çeşitli örnekleriyle anlatmaya çalıştım. Bir diğer önemli unsur yürütmeyi mümkün olduğu kadar kuvvetlendirmek ve yürütmenin kanun hükmünde kararnamelerle ülkeyi yönetmesine imkan sağlayabilecek bir hukuksal çerçeve yaratmaktı. Bir nokta daha var, toplumun önemli bir kısmını siyasal süreçlere, siyasal örgütlenmeye karşı mesafelendirme uğraşıydı. Üniversitelerden tutun da basına, medyaya kadar uzayan bir süreçti bu.

90’ların peşi sıra doktriner sağ yeniden yükselişe geçmiş görünüyor. Neden böyle bir dönüşüm gerçekleşti?
Merkez sağ 80'lerde iki siyasal aktörle temsil ediyordu. 90'larda da böyle olmaya devam etti. Anavatan Partisi ve Doğru Yol Partisi. En önemli iddiaları yöneten bir siyasal organizasyon olma kimliğini taşımaktı. 90'larda bu kimlikten adım adım uzaklaştılar. Merkez sağ aktörler çok hızlı bir biçimde yolsuzluklarla ve skandallarla birlikte anılmaya başladılar. Bu da toplumsal karşılıklarını büyük ölçüde erozyona tabi tuttu. Diğer önemli mesele, hem neoliberalleşme süreci hem de güvenlik devletinin inşası süreçlerine baktığınız zaman aslında oluşmuş yeni mağdurlar vardı. Bu mağdurlardan bir tanesini sınıfsal olarak tanımlamamız mümkün. Kent yoksullarının sayısı hızlıca arttı, orta gelir grubu hızlı fakirleşti. Başlayan iç göçle birlikte de aynı zamanda enformel emeğin yükseldiği bir sürece tanıklık etmeye başladık. Doktriner sağ bu boşluğun içerisinde bu mağdurlara seslenerek kendisini var etmeye çalışan bir siyasal hat olarak karşımıza çıktı. Merkez sağ 1980'lerde hem İslamcıları hem de Türk milliyetçilerini içererek kontrol etme, denetleme stratejisini uygulayabiliyordu ama 90'larda bu strateji artık geçersiz hale geldi.
Peki AKP’de de benzer bir dönüşüm olduğu söylenebilir mi?
Şöyle benzerlikler var. Aslında bu konuştuğumuz merkez sağın çökmesi ve doktriner sağların, sağ siyasetlerinin yükselişi ile birlikte oluşmuş bir kriz, bir hegemonya krizi ortaya çıkmıştı. Bu hegemonya krizinin özellikle 2001 kriziyle birlikte toplumun çok geniş katmanlarına yayıldığını görüyoruz. AKP'nin kurulması ve hegemonik bir siyasi proje olarak oluşması bu yıkıntının üzerine inşa edilmiş bir şey ve başta bir koalisyon olarak kuruldu. Yani tıpkı Anavatan Partisi nasıl bir koalisyonsa AKP de 2000'lerin bir koalisyonu olarak kuruldu. AKP de bir vesayet anlatısı üzerinden kendisini meşrulaştırmaya ve Avrupa Birliği ile ilişkiler üzerinden kendisini Batıya yüzü dönük muhafazakâr liberal bir aktör olarak tanımlamaya çalıştı. Fakat aslında çok temelde bu hegemonya krizine zorla, zoru da kullanarak cevap verme ve çeşitli toplumsal kesimlerin rızasını, bir toplumu muhafazakârlaştırarak sağlama gibi bir stratejiyi baştan itibaren hiç bırakmadı. Evet ittifaklar değişti. AKP'nin kendi iç kombinasyonu, yol haritası, değişti ama değişmeyen bir şey var. O da bu kapitalist Türkiye'deki kapitalist ekonomide sermaye sınıfı lehine politikaları baştan itibaren desteklemek aynı zamanda toplumun direngen unsurlarını ya rıza yoluyla ya da sopa yoluyla susturmak ve bir başka güvenlik rejimi inşa etmek. Bu güvenlik rejiminin inşasında hız kazanılan dönem tabi Gezi direnişi sonrasında oldu. Zirveye de 15 Temmuz darbe girişimi ile birlikte vardı.
∗∗∗
REJİMİN İNŞASI ADIM ADIM GERÇEKLEŞTİRİLDİ
Siyasette çok sık biçimde 90’lar Türkiye’si ile bugün kıyas edilmiştir. O dönemle bugünün benzerlikleri neler?
90'lar Türkiye'siyle bugünkü Türkiye arasında hem benzerlikler hem farklılıklar var ama en önemli farklılık rejimin değişmiş olması. 90'lar öyle veya böyle aksayan da olsa parlamenter rejimle idare edilen bir Türkiye'ydi ve bütün bu baskılara rağmen hem parlamento hem de toplumsal muhalefet zaman zaman yan yana gelebiliyorlardı. Diğer taraftan da toplumsal muhalefetin farklı aktörlerini ve onlar üzerinden bütün toplumu pasifize etmeye yönelik bir strateji izleniyor. Dolayısıyla 90'larda merkez sağı gerileten temel bazı aktörler vardı. Bu aktörlerin içerisinde emek hareketi çok önemliydi. Bahar eylemleriyle başlayan, Zonguldak madenci yürüyüşleriyle devam eden, öğrenci hareketleriyle belirli bir ivme kazanan muhalefet serisiydi bu. 2000'ler Türkiye'sinde de çeşitli muhalefet odakları var ki bunun geniş kapsamlısını biz Gezi'de gördük. 2016-2017'den sonra gördüğümüz karşı çıkışların önemli bir kısmı anlık, lokal ve daha sonra dağılan karşı çıkışlar oldu. Bugün rejimin bu otoriterleşme sürecini geriletebilecek en önemli şey bir birleşik muhalefet hattını inşa edebilmek. Toplumsal muhalefetin aynı hedef etrafında aynı motivasyonla siyasal alanı geri kazanma mücadelesi vermesi. Çünkü bugün itibarıyla siyasal alan çok fazla daraldı. Kamusal alanda eylem potansiyeli düştü. Bir de üstüne üstlük sizin de bahsettiğimiz nedenlerle toplumsal aktörler yeniden bir korku sarmalının içine düşmüş durumda. Toplumsal muhalefetin birleşik mücadelesi bu korku sarmalından çıkmak için bir umut ışığı olabilir.
∗∗∗
MESELE KAMUSAL ALANI GERİ KAZANABİLMEK
Bütün bu baskılara karşı sandık yeterli olur mu? Birleşik muhalefet çizgisi bu karşı çıkışı nasıl besler?
Sandık meselesi yerel seçimlerden sonra tekrar bir motivasyon haline geldi ama şunu unutmayalım. Sandık dediğiniz şey tek başına böyle rejimlerde son nokta olmuyor. Yani aslında sizin toplumsal çözülüşe, toplumsal atomizasyona karşı nasıl cevaplar ürettiğiniz ve siyaseti seçimden çok daha önce, yerelde nasıl ördüğünüzle ilişkili bir süreç bu. Şimdi toplumun farklı kesimlerinde ortaya çıkmış tepkileri belirli bir omurganın etrafında formüle edebilmek asıl maharet. Bu çözüm yolu için sandık bir son nokta. Sandığa gidene kadar olan süreç içerisinde sizin toplumsal örgütlenmeyi nasıl yaptığınız asıl meseledir. Birleşik muhalefet diye tarif ettiğimiz sürecin önemli ayaklarından biri de bu tip bir geniş örgütlenmeyi, insanların birbirleriyle yine korkmadan temas kurabilecekleri ve farklı çözüm önerilerini birlikte tartışabilecekleri bir kamusallığı kazanabilmektir. Bu kamusallığı kazandığınız andan itibaren rejimin etkisizleştiğini birlikte göreceğiz.