Bir kez daha sandık kuruluyor. İktidar bloğu tükenmiş ve gelecek üretme kapasitesini yitirmiş iktidarını uzatabilmek için sürekli kendisini oylatıyor. İşlerin iyi gitmediğini, ilk önce memleketin “gençleri” sezdiler. Haziran günlerinde, iktidar bloğunun o dönemki ortağıyla birlikte “çevreyi”, “hukuku”, “demokrasiyi”, “özgürlüklerini”, “güvenceli çalışma imkânlarını”; ezcümle “geleceklerini” ellerinden aldıklarını belli belirsiz biçimde görmeyi başarmışlardı. İktidarın buna cevabı “korku […]

Bir kez daha sandık kuruluyor. İktidar bloğu tükenmiş ve gelecek üretme kapasitesini yitirmiş iktidarını uzatabilmek için sürekli kendisini oylatıyor. İşlerin iyi gitmediğini, ilk önce memleketin “gençleri” sezdiler.

Haziran günlerinde, iktidar bloğunun o dönemki ortağıyla birlikte “çevreyi”, “hukuku”, “demokrasiyi”, “özgürlüklerini”, “güvenceli çalışma imkânlarını”; ezcümle “geleceklerini” ellerinden aldıklarını belli belirsiz biçimde görmeyi başarmışlardı. İktidarın buna cevabı “korku siyasetini” organize ederek harekete geçirmek oldu. O günden itibaren toplumsal muhalefetin bütün unsurlarını bastırarak “korkuyu” siyasete egemen kıldı. 5 yılda 7 defa kurulan sandığın iktidar bloğu için tek amacı “korkuyu” örgütlemek oldu.

Bu kez “korkuya” ya da “korkutmaya” dayalı siyasal mesajlarını gizleme gereği dahi duymadılar. Hukukun adını anmadıkları gibi, çok yakın geçmişte övündükleri siyasi uygulamalarla bile açıkça çeliştiler. Özellikle referandumlarda “fişlemenin” kaldırıldığının ilan edilmiş olmasına rağmen, bu kayıtları “gazetelere” muhalefeti kriminalize etmek için servis ettiler. Hâlbuki aynı gazeteler o dönemde “fişleme bitti” diye “müjde” veriyorlardı. Esasen bu kayıtları tutanların da FETÖ’cüler olduğu gerçeğini “unutarak.” Bu fişlemelere dayanılarak suç üretilemeyeceği ve seçilmeye engel olmadığı gün gibi ortada olmasına rağmen!

Korku siyasetine dayalı bu düşmanlaştıran siyaset dili, toplumsal barışa ve bir arada yaşama iradesine büyük darbeler indiriyor. Her ne olursa olsun, bir ülkenin Cumhurbaşkanı, Bakanları ve siyasi liderleri, kendilerine oy vermeyen muhalefeti ve muhalif seçmeni “şeytanlaştırma” hakkına sahip değiller. İktidar bloğuna oy veren vatandaşa “makbul” vermeyene “terörist” yaftası yapıştırılabilir mi? Bu siyaset dilinin kendisi, toplumsal ve siyasal yaşamın temellerini dinamitlemekte. Bizim gibi, toplumsal fay hatlarının çok ve hareketli olduğu bir memlekette bu siyaset dilinin kendisi “yıkım” getirir. Biraz daha iktidarda kalmak adına halkın arasına “nefret tohumları” saçmak büyük “kötülüktür”. AKP’li siyaset elitleri bu siyaset dilini sürdürdükçe, “siyasi nefrete” dayalı “cinnet” anlarına -Erzincan’da Kemal Kılıçdaroğlu’nun posterine kalemle saldıran kadın örneğinde olduğu gibi- ve hatta daha “tehlikelilerine” çokça tanık oluruz.

İktidar bloğunun “korku/tan” siyaseti, “demokrasinin” elde kalan son “kırıntılarını” da tehlikeye atıyor. Yalnızca halkın sandığa giderken “sindirilmesi” olarak değil, aynı zamanda seçim sonuçlarının AKP’li bürokrasi ve her nitelikteki (paramiliter, mafyoz, sermaye, bürokrasi ve hatta belediye çalışanı) taraftarı tarafından sandık sonucuna direnme eğilimini artırması bakımından. Yalnızca Cumhurbaşkanı değil bürokratik konumu itibariyle “yüksek memur” olmak sıfatından daha fazlasına sahip olmayan İçişleri Bakanı bile kendi sözünü “yasa” yerine koyabiliyor!

Artık hepimizin bildiği bir gerçek var: AKP-MHP koalisyonu memleketin ne ekonomik krizine çözüm üretebilecek ne de adaleti, hukuku, demokrasiyi ve toplumsal barışı yeniden tesis edebilecek ferasete, bilgi, beceri ve donanıma sahip. Kaç seçimdir yapabildikleri tek şey, halkı daha fazla korkutmak. Ancak bu halk artık daha fazla kokutulmak, umutsuzluğa kapılmak ve geleceğe güvensiz yaşamak istemiyor!

İktidar blokunun memleketi getirdiği yer karşısında muhalefetin bütününe düşen görev, halkın sorunlarını görmezden gelerek “çiçek böcek edebiyatı” yapmak değil, bu sorunlara çözüm üretebilecek aklı, iradeyi, bilgi, beceri, deneyim ve kadroyu örgütlemektir. Bizim tarihsel deneyimimiz, irademiz, gelecek ufkumuz ve cesaretimiz “yeniyi” kurabilecek güçte. Gündelik yaşamın içerisinde kalarak, halkın sorunlarına daha çok ve içten temas ederek, güveni yeniden örgütlemeyi başarabiliriz!