2023’te öne çıkacak en önemli şey yaklaşan seçimler olsa gerek. Yeni yılın ilk yazısını bu yüzden seçimlere ve seçimlere yön verecek popülist yaklaşımlara ayırmak istedim. Sağ popülist politikaların dayandığı temellerden birisi, kitleleri sorumluluklardan ve vicdani yükümlülüklerden kurtarmasıdır. Freud, hipnoz deneyimi yaşayan kişinin ego ideali yerine hipnoz yapan kişiyi koyduğunu, bu yüzden kendisini teslim edebildiğini yazmıştı. Politik ya da dini bir liderin insanlar üzerindeki etkisini hipnotik deneyime benzetebiliriz. Sol ise insanlara sorumluluklarını hatırlatarak kaçınılmak istenen suçluluk ve utanç duygularından hareket eder genellikle. Bu yüzden sağ popülizm, kitlelere ulaşma ve yaygınlaşma konusunda daha elverişli koşullara sahiptir, çünkü savunmacı bir tutum içindedir. Komplo teorilerinin daha çok sağ popülistler tarafından kullanılmasının nedenini de burada arama gerekir, kötü her zaman dışarıda bir yerdedir, bütün kötülüklerin kaynağı ötekilerdir. Bu ‘öteki’ler değişkendir, örneğin eşcinseller, yabancı olarak mülteciler, beyaz Türkler vb. aynı işlevi görür. Ya da tersi durumda tarikatlar…

UZLAŞMAZLIK

Sağ popülistler solun taktiklerini ve örgütlenme modelini rahatlıkla ödünç alıp kullanabilirler; kendilerine özgü bir sistem geliştirmek için bir nedenleri yok. Çünkü sağ popülistler boş gösterenlerle hareket ederler. Örneğin Trump’ın sık sık dile getirdiği ‘adalet’ ya da ‘özgürlük’ gibi kavramlar, takipçilerinin beklenti ve taleplerini karşılayacak basitlikte ve içi boş bir şekilde sunulur. Bu yüzden ABD’deki bir siyah bile Trump destekçisi olabilir, kendi adalet arzusunu o boş gösterene rahatlıkla yansıtabilir. Benzer durumun sol popülist örnekleri de var elbette, örneğin İmamoğlu’nun ‘Her şey çok güzel olacak!’ sloganı gibi. Bu slogana herkes kendi arzusunu yansıtabilir. Çünkü herkesin duymak istediği bir söz. İmamoğlu gibi sol popülistlerin dezavantajı, ‘ötekileştirme’ imkânını kullanamamaları. Sağ popülizm, toplumsal uzlaşmazlıklardan beslenir genellikle. Uzlaşmazlık ne kadar güçlüyse, kitleleri bir lider etrafında kenetlemek o kadar kolaylaşır. İşte yaklaşan bu seçimlerde ana mücadele ekseni uzlaşmazlıkların ne derecede aşılabildiğiyle ilgili olacak. Aslında kitlelerin politikadan beklentisi, sanılanın ya da görünenin aksine, Lacan’ın da belirttiği gibi, sevgi, tanınmak ve anlayış, yani psikanalitik açıdan bir nesneden (anne ya da baba imagoları) ne bekleniyorsa… Trump’a oy veren siyah da aynı beklentiyle hareket ediyor, beyaz da… Uzlaşmazlıkların temelinde de tanınma arzusu olduğu çok açık.

KORKU

Yeni yılın ilk günü kucağımda kızımla yürürken ihtiyar bir adam kucağında torunuyla yanımıza yaklaştı, torunuyla kızımı tanıştırmak istemişti. Sonra ikisi için dualar okuyarak şöyle dedi: “Yüce Rabbim bu yavrulara yaşama hakkı tanısın. Çok kötü günler bekliyor bizi, savaşlar, kıtlık, kuraklık, pahalılık…” İhtiyar adamın gözlerindeki hüzün ve umutsuzluk dokunaklıydı. Korkuyordu. Bu korkunun seçimlere yön vereceğini söylemek için kâhin olmaya gerek yok. Muhtemelen dünyanın güvenilir olduğu bir dönem hiçbir zaman olmadı. Bugün korkuyu bu denli etkin kılan şey, otoritelere duyulan güvensizlik ve toplumsal bağların zayıflamış olması. Toplumsal bağların zayıflaması ya da kaybı, insanlarda panik ve kaygıya yol açar ve bu da güçlü bir lider ya da fikir arayışına yöneltir. Bu lider ya da önderlik eden fikir, insanları kutuplaştırıcı olumsuz bir yönde de gelişebilir, tam tersine birleştirerek olumlu bir seyir de izleyebilir. Türkiye bu yıl yapılacak seçimlerde kutuplaşma ve birleşme seçenekleriyle karşı karşıya kalacak, korkuya teslim olmak ya da onu aşmak…

Psikolojik ve kültürel filtreler, bugün gerçeklikten kaçış amacına hizmet ediyor daha çok, sorumluluk ve vicdandan uzaklaşarak... Korkuyu inkâr etmeden aşmamızı sağlayacak şey, gerçeklikle kuracağımız bağ olacak her zaman.