Albert Camus'nün “Uğruna ölünecek davalar vardır, ama hiçbiri uğruna öldürmeye değmez.” diye bir sözü vardır. Bir de bu ülkede bitmeyen bir faşizm vardır. Ölümler ardı ardına geliyor. Yetkililerin açıklamaları hep aynı, boyun eğmeyeceğiz falan. Devlet yapınca da ne diyorlar, terörü yok edeceğiz filan! Uğruna insan katletmek... Neyin uğruna? Halk sindiriliyor. Aydınımız sinmiş... Sonuç kocaman bir korku imparatorluğu... Örgütlü yapıda buluşamama, sınıf eksenini unutmuş kişiler ve kurumlar ya da bu yapılar varsa da sürdürülebilirliği sorunu. Sinizm türemiş, siniklik önemli ölçüde, şaşırmaktan ve öfkelenmekten feragat edip kayıtsızlığa teslim olan bizim aydınımıza sirayet etmiş; tek bir özelliği, ortak yanı korkaklıktır. Çünkü bu aydın tipinin kafası bağımlıdır. Öylesine alışmıştır ki bağımlılığa, doğaldır onun için. Nedenini kendi de bilmez, içine işlemiştir. İçgüdüsü gibi olmuştur. Osmanlıdan beri bu böyle; saray korkusu, devlet korkusu, hükümet korkusu gibi. Aydına, işsizlik korkusu, açlık korkusu, can korkusu sinmiş. Öylesine büyümüş ki bu korku; nedeni, türü, nerden, nasıl çıktığı düşüncesi bile dimağında değil artık; salt korku kalmış geriye. Korkuyu mabet yapmış, beyinleri erimiş/çürümüş. Kocaman bir karanlık içinde, umutsuz. Böylesi aydının seçeneği sizce ne olur? Fırsatını buldu mu burjuvazinin yanına kayacaktır. Bugünün karanlığı umut kırıcı. Korku dağları değil korku bütün ülkeyi bekliyor. Düşünce, eylem, ne varsa, ne yapılabildiyse; düzenin egemen güçlerinin açık, örtülü izniyle, onayı ile en azından göz yumması ile çıkmış ortaya. Ufak tefek düzenlemelerle yetinilmiş, egemen düzenini sürdürüyor. Aydın buna tav olmuş, susmuş. Düzeni kökünden değiştirmek bilincine varanlara kan kusturulurken de susmuş. Sesi çıkan içeri alınmış, faili-meçhule gitmiş. Bu terör değil midir? İşin kötüsü aydın kalabalığımız herkesten çok kızgındır bu bilince varanlara. Korkularından değilse de aşağılık kompleksindendir bu. Ama korku açık ara öndedir.

Bitmeyen bir faşizm vardır bu ülkede. Faşizm; “Finans-kapitalin en geri, en şoven öğelerinin açık terörist diktatörlüğü” yani... Terörü yok etmek de bu diktatörlüğün işiymiş meğer! Ülkede bu korku duvarını tabii ki herkesin, ama önce aydının aşması gerek. Aydın, halka, yığınlara dayansa korkusu falan kalmayacak, güçlü bulacak kendini, ama öylesine yabancılaşmış ki.

Osmanlıdan beri halkın durumu da zor. Sömürmüşler, kırmışlar bu yığını diye yazdım ama sürekli başkaldırdığını da unutmadım. Her başkaldırdığında yine ezmişler, yine kesmişler, yine yakmışlar, ama yine de tükenmemiş. Kapanmış grup grup, saklamış kendini, ayrı bir dünya kurmuş. Yunus'a, Pir Sultan'a, Karacaoğlan'a sığınmış. Çalışmış, savaşmış, direnmiş, bir daha, birçok kez daha sömürülmüş, kırılmış. Osmanlı'da Baki, Nefi gibiler sarayın yolunu tutmuş. Devlette devamlılık esastır, şimdinin aydını da öyle. Halkla yaşamamış ki. İyi de sömürüde, yağmada, zulümde şiddet yok mu? Terör değil mi bu? Aydının buna tavrı olmamış ki, sözümona tarihsel, ekonomik incelemeler yapacak, sanatını üretecek. Halka böylesine duvar çekince sonu belli; yığınlara yabancılaşmış. Batı kapitalizminin geliştirdiği toplumlara özenmiş, emekçilerin acılı yaşamından değil, dışarda görüp okudukları akımlardan beslenmiş, tefecinin, bezirgânın, finans-kapitalin gölgesinde yaşamayı tercih etmiş, halka sığınacak değil ya, Osmanlıdaki gibi el etek divan... İlericilikleri Batıdaki ünlü sanatçılara benzeme çabasındadır. Küçük burjuva aydınlarından söz ediyorum, halkla arasında büyük uçurumlar var şimdi. Tek sığınağı korkudur özgür(!) aydınımızın. Politikacı, sanatçı, yazar, nice ünlü kişi aramızdan kaçıp gitmiştir karşı yana. “Uğruna ölünecek davalar vardır, ama hiç biri uğruna öldürmeye değmez,” sözünü kendilerine göre yorumlamışlar, anladıklarıyla özgürlük uğruna savaşmaktan korkar olmuşlardır.

Dayanılmaz acılara katlanan nice insanımıza saygıyla...