İnsanda kendisi gibi olanı sevme eğilimini tetikleyen bu ‘mutluluk hormonu’, bir bakıma körü körüne sevmeyi sağlarken

‘Mutluluk hormonu’  arayışındaki insanlar bir dönem serotonine yakıştırdıkları sihirli beklentiyi bir süredir oksitosine taşıdılar. Oksitosin doğum ve emzirmeyi etkileyen bir nöropeptid olmanın yanı sıra belli bölgelerdeki beyin hücreleri üzerindeki etkisiyle  ‘bağlanma’yı mümkün kılar. Dünyaya geldiği anda annesinin gözünün içine bakarak bağını kuran bebek, adeta ilişki kurmak için programlanmıştır. Bu ilişki düşkünlüğü karşılığını bulmakta zorlanmaz. Annenin oksitosin düzeyi zaten önce rahim kasılmalarını sağlamak, sonra anne memesinden gelen sütün bebeğe doğru akmasını sağlamak için oldukça yüksek düzeylere ulaşmıştır. Beyin, daha doğrusu organizma, her zamanki hasisliğiyle eldeki oksitosinin çok amaçlı ve çok yerde kullanımının sağlama ilkesine sadık kalarak, bu işlevlere ‘bağlılık’ı ekler. Bağlılık ile mutluluk arasındaki bağı incelemeyi başka bir zamana bırakalım. Annenin bebeğinin beraberinde getirdiği onca zorluğuna katlanmasını sağlayacak ruhsal değişiklik, oksitosin’in katkısıyla (sebebiyle değil) oluşur. Bu ruhsal değişikliği mutluluktan ziyade bir tür aşk’a (ve onun yarattığı mutluluğa) benzeten araştırmacı çok.

Annenin her şeye rağmen ve körlemesine bebek sevgisini ancak bir büyülenme’nin sağlayabileceğini düşünürsek, bu büyüye en uygun aday olarak adı ortaya atılan oksitosin, her türlü aşk ve tutkunun beyindeki operatörü oluyor.  Aşktaki körleşmenin sevgimizi sadece ve sadece sevilen’e odakladığını varsayabilir miyiz? Kendimize bakamazsak çevreye bakalım:  gençler arasında aşık olanların ilk yaptıkları nedir? Arkadaşlarını ‘satmak’.  Birden bire gözü başkasını görmez olan genç (ya da yaşlı) aşık, tıpkı eciş bücüş suratlı, uyumayan, susmayan, altını üstünü temizlemekten zaman alamadığı bebeğinin dünyanın en müthiş varlığı olduğuna inanan anne gibi, kendisine göbekten bağlı bebeğinin/sevgilisinin dışındakilere pek bir sevgi sun-a-maz.

Körü körüne sevenlerin hormonu (nöropeptidi) oksitosin, bir mutluluk getiriyorsa, sadece sevenler arasında kalan, çevreye pek yansımayan bir mutluluktan söz edebiliriz. Geçen yazımda alıntıladığım Mind dergisinin Mayıs sayısındaki bir haber oksitosine ilişkin bu kaygımı, ne yazık ki, destekliyor. Özgün makale PNAS’de yayımlanmış. Hollanda’daki araştırmada oksitosin verilen kişiler insanlara ilişkin olarak pozitif sözcükleri daha çok kullanmaya başlamışlar: Keyif, gülücük, umut, gıpta (imrenme ile karışık hayranlık) gibi… Basit bir istisna ile, bu pozitif sözcüklerdeki artış, deney boyunca sadece Hollandalılar hakkında konuşurken gözlenmiş. Arap ya da Almanlar hakkındaki konuşmalar oksitosin düzeylerindeki artıştan etkilenmemiş. Oksitosin’in oluşmasına katkıda bulunduğu aşk ya da bağlılık duygusu, ya da bunun doğurduğu mutluluk hissi, sadece kişinin kendi gibi olanlara dönük…

İnsanda kendisi gibi olanı sevme eğilimini tetikleyen bu ‘mutluluk hormonu’, bir bakıma körü körüne sevmeyi sağlarken, kendi gibi olmayanı dışta bırakarak ayrımcılığın ve önyargının da hormonu oluyor. Aşk ve tutku ile bağlanılan her durum için geçerli mi bilmem, ama oksitosin verilerek sağlanacak aşktan korkulur. Çünkü sizi sevenin tek şartı var: onun gibi olmanız, ondan farksız olmanız…

Oksitosin bağlılık ile tutsaklığı, inanç ile fanatizmi kıyaslamak için iyi bir biyolojik model olabilir.