York Üniversitesi’nden Prof. Dr. Keil’e göre, pandemiyle birlikte Kanada’daki evsiz sayısında artış var. Aşevlerinin kullanımı da benzeri görülmemiş seviyede. Keil, “Çok fazla insanın ekonomik olarak acı çektiği bir gerçek” diyor.

Korona girdabı

HAZIRLAYAN: UĞUR ŞAHİN

“Süpermarketler salgının ilk haftalarında çalışanlarına saat başına 2 dolar ücret avansı uyguladılar. Fakat ilk fırsatta bu uygulamayı sonlandırdılar. Pandemi avansları gitti, yerine CEO’lara verilen milyon dolarlık primler geçti.”


Koronavirüs sürecinde daha da görünür hale gelen eşitsizliği özetleyen bu satırlar Kanada’daki Toronto Star gazetesinden.

Covid-19 salgını nedeniyle, beklenen ortalama yaşam süresinin altı aydan fazla kısaldığı ülkede, bugüne dek 3 milyon 66 bini aşkın vaka tespit edildi. Koronavirüse yakalanan 34 binin üzerinde kişi hayatını kaybetti.


Aşı stoklayan ülkelerin başında gelen Kanada, korona krizinden nasibini alan ülkelerden. Angus Reid Enstitüsü’nün en az 3 milyon 260 bin kişinin yoksulluk içinde yaşadığı ülkede yaptığı araştırmanın sonuçları çarpıcı. Araştırmaya katılanların yüzde 39'u, ekonomik olarak geçen yıla göre daha kötü durumda olduklarını belirtti. Yüzde 57'si ise ailelerini beslemekte zorlandıklarını söyledi. Bu sonuç, 2019'da yapılan ankette yüzde 36’ydı. Bir diğer sorun ise evsizlik… Ülke genelinde toplam 235 bin civarında olduğu sanılan evsizlerin sayısının, aslında daha fazla olduğu da açığa çıktı.

York Üniversitesi’nden Kent Bilimci Prof. Dr. Roger Keil, koronavirüs günlerinde Kanada’da yaşananlara ilişkin BirGün’ün sorularını yanıtladı.

Kanada, koronavirüse karşı nasıl bir sınav veriyor?
Ülkedeki durum ne?

Genel olarak Kanada'da ve özellikle yaşadığım Toronto bölgesinde aşılanma oranları yüksek. Yine de, Omicron varyantı güvenimizi sarstı. Maske kullanımı genel bir uygulama… Kanada'da kışların uzun olması ve varyantın ülke çapında hâlihazırda pek çok zarara yol açmış olması endişe verici.

Pandemiyle birlikte yoksulluk arttı mı?
Pandemi nedeniyle çok daha fazla insanın ekonomik olarak acı çektiği açık bir gerçek. Şehirlerimizde yaşayan evsizlerin oranında belirgin bir artış var. Aşevlerinin kullanımı da benzeri görülmemiş seviyelerde.

Peki, ilk günden bugüne, Covid-19’un yoksullar özelindeki etkisi için ne söylenebilir?
Pandemi sona yaklaşırken yoksulların iki tür zorlukla karşı karşıya olduklarını düşünüyorum. İlk olarak, Covid-19 başlamadan önce bulundukları ekonomik seviyelere tekrar kavuşmak isteyecekler. Birçok yoksul ve ekonomik açıdan zayıf olan hane, acil durum programlarının devre dışı bırakılmasıyla ve fazla kazanç getiren işler bulamamasıyla birlikte tüm rezervlerini tüketti. Bu, insanların başlarının üzerindeki çatıyı kaybetmemeleri veya ekonominin toparlanmaya başladığı şu günlerde başa çıkmaları gereken başka büyük sıkıntılarla karşılaşmamaları için ele alınması gereken acil bir konu. İkincisi, pandemi krizinin bu noktada tam olarak anlayamadığımız uzun vadeli sonuçları da oldu. Konut krizinin daha da alevlenmesi, değişken işgücü piyasalarındaki kesintiler, kesintiye uğrayan eğitim süreçleri, hanelerin ve toplulukların geri dönüşlerinin çok daha zor olacağı koşullar yaratabilecek sonuçlara da yol açacak. Buna ek olarak Kanada’da barınma sorunu olduğu bir gerçek. Bu sorun giderek daha da kötüleşiyor.

korona-girdabi-976034-1.
Prof. Dr. Roger Keil - York Üniversitesi Kent Bilimci

Dünya nüfusunun yüzde 53’ü sosyal koruma sistemlerinden faydalanamıyor. Sizce bunun nedeni ne?
Bu utanç verici bir durum. Salgının başlangıcında, güvencesiz, düşük ücretli işçiler, temel işgücünün bir parçası olarak alkışlanıyordu. Bu yaklaşımda artık gerileme yaşandığını görüyoruz. Ancak, bu durumun toplumun güvencesiz çalışma hakkında artık doğrudan konuşmasının, bu sektörlerdeki insanları sadece üniformalı hizmet robotları olarak değil, gerçek insanlar olarak görmesine zemin hazırladığı da sevindirici başka bir sonuç. Gelecekte sosyal güvencenin, asgari ücret seviyelerinin. değiştirilmesinin temeli de bu sayede olacak. Çıkan cin bir daha şişesine geri dönmeyecek.

Salgında iki yıl geride kaldı ancak hâlâ yoksul ülkeler aşıya erişimde sorunlar yaşıyor. Nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bana göre üç çeşit sebep var: Birincisi ve en önemlisi, ilaç şirketleri ve bulundukları ulus devletlerin özel sektördeki girişimci ruhu öldürmemek için patentleri paylaşmaktan kaçınmaları. İkinci sebep, Kanada gibi devletlerin nüfusları için büyük miktarlarda aşı biriktirirken, aşıya ihtiyacı olan ülkelere, özellikle sahra altı Afrika'ya yeniden dağıtmakta tereddüt etmesi. Üçüncü neden de, hükümetlerin ve Dünya Sağlık Örgütü'nün izlenecek yolun ne olduğu konusunda geniş jeopolitik düzlem bağlamında yaşadığı çatışmalar. Pandemi tarafından vurgulanan küresel adaletsizliğin en görünür yegane sembolü olan aşı eşitsizliği hüküm sürdüğü için bu ciddi ve sinir bozucu bir mesele. Afrika ülkelerdeki düşük aşılanma oranları, aynı zamanda Kuzey Yarım Küre ve Batı ülkeleri için de büyük endişe kaynağı olan yeni ve potansiyel olarak daha zararlı varyantların ortaya çıkması ve yayılması ihtimaliyle birlikte aşı rezervlerini kendilerine saklama tavırlarından da kaynaklanıyor.

Pandemide yaygınlaşan, hatta yer yer kalıcı hale gelen uzaktan çalışma modeline bakış açınız ne?
Bir sosyoloğa hem iş bağlamında hem de işdışı yaşama dair sorulabilecek en güzel sorulardan birisi budur. Şehirlerde toplu taşıma açısından nelerin değiştiğini araştırıyorum. İnsanların yaşamın her alanında toplu taşımayla hareket halinde olma eğilimi gösterdiği birçok Avrupa şehrinin aksine Kuzey Amerika toplu taşıma sistemleri, işgücünün yaklaşık yüzde 40'ı evde kaldığında ciddi şekilde zarar gördü. Kentsel bağlamda bakıldığında, kamusal yaşamı özelden ayıranın ne olduğu sorusu aslında uzaktan çalışmayla test edilmiş, ancak aynı zamanda daha bütünsel yaşam biçimleri hakkında düşünmek adına yeni yollar da açmıştır. İstatistiksel olarak, pandemi sırasında kadınlar, erkeklerden daha yüksek oranda iş kaybı yaşarken, evde kalmak ve her gün aileleriyle yüzleşmek zorunda kalan birçok erkek, geleneksel ailelerde genellikle kadınlara yük olan bakım işlerinde iyi bir eğitim sürecinden geçmiş oldu. Belki de uzaktan çalışma gerçeğini bir şans olarak da görmemiz gerekiyor. Ancak barındırdığı tuzaklar ve fırsatlar açısından yeniden değerlendirilmesi gerekiyor.

Ve tabii evden çalışma modeli bir aradalığı ortadan kaldırdığı için sendikaları etkiledi. Bunu nasıl yorumlarsınız?
Evet, ama sendikal hareketi zayıflatan tek yabancılaştırıcı etki uzaktan çalışma düzeni değil. Gücünü tabandan alan bir sendikacılığın gerekliliğine ben de inanıyorum ama hepimizin bir ofiste veya bir kongrede omuz omuza çalıştığımız, mücadele ettiğimiz zamanlar çok eskilerde kaldı. Neoliberal reformlar süreci, teknolojik değişim ve işgücü sosyolojisindeki değişimler, işyerinde paylaşılan deneyime dayalı eski dayanışma bağlarını zaten zayıflatmış durumda. Uzaktan çalışma, devenin belini kıran saman olabilir ama rahatsızlığın kaynağı esasında bu değil. Ayrıca, herkes gibi sendikal hareket de, işçilerin yeni ve yenilikçi yollarla bağlantı kurmasına, birlikte plan yapmasına ve birlikte hareket etmesine olanak tanıyan sosyal medyanın ortaya çıkması nedeniyle yeni tür anlamlı bağlantılardan yararlanıyor. Ben bu gelişmelere pembe gözlükle bakmıyorum ama yine de bu noktalardan da bahsedilmesi gerekiyor.

korona-girdabi-976035-1.

***

Covid-19 ile şehirlerin kıymetini daha iyi anladık

Salgın, kentlerimiz ve kentsel mekanlarımızın geleceği için bir fırsata dönüştürülebilir mi? Önümüzdeki yakın ve uzun dönem süreçler için kentlerimizi nasıl bir sürdürülebilir ilişki içinde tasarlayabiliriz?
Bunun mümkün olabileceğine inanıyorum. Pandeminin ‘demokratik anının’ şehirlerimizde çok olumlu yapısal değişikliklere yol açacağından bir kez daha umutluydum. Bu salgında ortaya çıkan sosyal eşitsizlikler konusuna gözlerimiz sonuna kadar açık olduğu için, bir dereceye kadar bu hâlâ oluyor da olabilir. Şimdilik, dünya çapında gördüğümüz bisiklete binme ve yürümedeki artış, kamusal alanların insanlar tarafından yoğun biçimde kullanımı (parklar, göl kıyıları vb.), kaldırımların restoranlar vb. için teraslara dönüştürülmesiyle her yerde araba kullanımına ilişkin oluşmuş basınç durumu gibi tipik kentleri iyileştirici davranış biçimlerini de sürdürmeliyiz. Şehirlerimizin kıymetini artık fark etmiş olabiliriz. Belki komşularımızı da artık daha iyi tanıyoruz. Belki iklim krizinin tahrip ettiği çevre üzerinde daha az olumsuz etkisi olan başka seçeneklerimiz olduğunda araba kullanmayı da iki kez düşünüyoruz. Şehirlerimiz üretim yerlerinden tüketim yerlerine yeniden tasarlanırken de yapılacak çok iş var. Bunu net bir şekilde görmemizi sağlayan da bir virüs oldu.