Koronavirüsünün ‘pandemic’ yani ‘küresel salgın’ olacağı belliydi. Olunca, hele Çin örneği ortadayken, büyük ekonomilerin sarsılacağı ve elbette kırılgan ekonomilerin çatırdayacağı ortadaydı.

Bunun, hele Türkiye açısından, işsizliğin vahim ölçüde artması anlamına geleceği de açıktı.

Tamam! Ellerimizi yıkayalım. Kalabalığa karışmayalım. Soğan sarımsak yiyelim falan... Ama bir zahmet bunu da konuşalım. Konuşalım ve iktidara / tüm iç dış randevularını iptal edip Saray’a kapanan Erdoğan’a yüksek sesle hatırlatalım.

Korona faturası canlar kadar işsizlikle de ödenmesin.

***

Erdoğan’a seslenmek, işin fantezi yanı kuşkusuz. Zira, bunu asıl duyması gerekenler çalışanlar. Ayların sonunu getiremeyen emekçiler. “Hastalık Allah’tandır” diye uyutulmaya çalışılan yığınlar. Virüs bahanesiyle, işini geleceğini elinden aldıklarını zannettiği ‘ötekilere’ saldıranlar.

Onlara şunu anlatmak gerekiyor: Virüs elbette kısa vadede etkisini kaybedecek. Ya da ilaçla / aşıyla önlenecek.

Oysa ekonomik deprem ve sonuçları kolay kolay telafi edilemeyecek bir hasar bırakacak.

İşte o hasarda emekçiler ‘eğilmeyip dik durarak’ tüm yükü / faturayı ödemeyi reddedebilir. Reddetmelidir.

Talebini, bir zahmet, “Madem maçlar seyircisiz oynanıyor, şifresiz yayınlansın” diyenler kadar yüksek sesle dile getirmelidir.

Çünkü dünya yeni bir altüst yaşıyor.

Nicedir çatırdadığını gördüğümüz ‘sistem’ parçalanıyor.

Nicedir Fransa’dan Lübnan’a, Şili’den Irak’a sokağa çıkanların karşısında artık yeni bir ‘şafak’ belirdi.

Her şeyden önce salgının ‘pandemic’ yani ‘küresel’ hale gelmesi, tüm insanların ortak bir kaderde buluşabileceğini gösterdi.

Bakmayın uçuşların yasaklanmasına... Sınırların kapatılmasına... Danimarkalı, İranlılar için üzülüyor. Zambiyalı, Çinliler için kendi dilinde dua ediyor.

Milyarlarca insan, yoksulluk gibi felaketlerin de ‘ortak düşman’ olduğunu fark ediyor.

Ya da şöyle söylemeli: Üzülmesi, dua etmesi, farkına varması gerekiyor!

***

Bir felaketin küresel kardeşlik yaratma ihtimali ‘ütopya’ gibi. Ama baksanıza, Çin Avrupa’ya yardım gönderiyor. İran, iş zora binince yakın geçmişte ‘asla olmaz’ diyeceği bir şey yapıyor, IMF’nin kapısına gidip para istiyor. Anlı şanlı devlet başkanları, başbakanlar, mavi kanlılar karantinaya alınıyor.

Bizi yakından ilgilendiren bir başka örnek daha vereyim: Haaretz Gazetesi İsrail’in Korona’ya karşı aşı geliştirdiğini duyurdu.

Sizce, diyelim sıkıntı daha da büyüdü, Erdoğan ‘ey İsrail’ deyip aşıya sırtını mı döner? Yoksa zaten başka kanallardan ilişkisini sürdürdüğü İsrail ile aşı için el mi sıkışır?

Yanıt belli, değil mi!?

Korona, yalnızca bedenleri değil, duvarları / sınırları / önyargıları da etkiliyor.

***

Sloven sosyolog / filozof Zizek örneğin, son yazısında bu ihtimale dair ilginç bir tablo çiziyor:

“Karantinaya dönük makul tıbbi ihtiyaç, sınırları temizlemeye ve kimliğimizi tehdit eden düşmanları karantinaya almaya dönük ideolojik baskı olarak bizlere geri döndü. Belki başka -ve çok daha faydalı- bir ideolojik virüsün yayılıp bize bulaşacağını ümit edebiliriz: alternatif bir toplum düşü virüsü, küresel dayanışma ve yardımlaşma biçimleriyle kendisini gerçekleştirecek olan, ulus-devletin ötesinde bir toplum virüsü.”

Okuyunca Zizek’in “Bu yıl komünizm gelebilir” diyeceğini düşünüyorsunuz. Haklısınız. Diyor da:

“Koronavirüsü bizi topluma ve bilime güven temelli bir komünizmi icat etmeye mecbur bırakacaktır.”

Olur mu?

Bence olabilir.

Daha doğrusu, olmalı!