Kapitalizmde savaş çıkar, ertesi gün burjuva iktisatçıları savaşın borsaya etkisini tartışır. Okullar açılır, kırtasiye ürünleri zamlanır. Ramazan gelir, gıda ürünleri zamlanır. Yağmur yağar, şemsiyeler zamlanır. Yani kimilerinin “fırsatçılık” dediği şey öyle istisnai bir durum falan değildir. Serbest piyasalar normalde böyle işler zaten.

Korona günlerinde ‘serbest’ piyasa…

1955 senesinde çocuk felci (polio) aşısını bularak bugüne kadar 40 milyondan fazla çocuğun hayatta kalmasına katkı sağlayan doktor Jonas Salk’a CBS spikeri Edward R. Murrow canlı yayında sorar:

- Bu patentin sahibi kim?

- Yani, halk, sanırım… Patent yok. Güneşin patentini alabilir misiniz?

Salk’ın aşının patentini almayarak 7 milyar dolarlık bir servetten olduğu tahmin edilir.

KRİZİ FIRSATA ÇEVİRMEK

Modern kapitalizmin slogan prensiplerinden biridir “krizi fırsata çevirmek.” Kişisel gelişim ve liderlik kitaplarında kestirmeden zengin olmanın yedi yolundan biri olarak anlatılır hep. Vaktiyle Unilever CEO’su Paul Polman’ın “iyi bir krizi asla harcamayın” demişliği bile vardır.

Malum koronavirüs salgını başladığından bu yana “fahiş fiyat uygulamaları” da salgına dönüştü. Üç liralık makarnanın fiyatı yedi liraya, dört liralık dezenfektanın fiyatı 32 liraya, 12 liralık kolonyanın fiyatı 33 liraya çıktı. Sosyal medyadaki yorumlar “bizim milletimiz şöyle fırsatçı, bizim milletimiz böyle ahlâksız” minvalindeydi.

Halbuki Amerikan Amazon’da Purell el antiseptiği birkaç gün içinde 43 dolardan 94 dolara, Lysol dezenfektan sprey 5 dolardan 33 dolara, 3M solunum cihazı 2 dolardan 200 dolara, Vicks merhem 9 dolardan 13 dolara çıkmıştı. Başta İtalya ve İspanya olmak üzere bir sürü ülkede benzer fahiş fiyat uygulamalarını okuduk. Diyeceğim bunun “bizim milletimiz” ile özel bir alâkası yok. Serbest piyasaların hâkim olduğu her yerde durum böyle…

Kapitalizmde savaş çıkar, ertesi gün burjuva iktisatçıları savaşın borsaya etkisini tartışır. Havaalanında bomba patlar, taksiciler 20 dolarlık yolu 100 dolara götürür. Deprem olur, bin liralık ev bin 500 liraya kiralanır. Sığınmacılar ülkeye akın eder, asgari ücretin yarısına çalıştırılır. Okullar açılır, kırtasiye ürünleri zamlanır. Ramazan gelir, gıda ürünleri zamlanır. Yağmur yağar, şemsiyeler zamlanır. Yani kimilerinin “fırsatçılık” dediği şey öyle istisnai bir durum falan değildir. Serbest piyasalar normalde böyle işler zaten. Arz düşer ve/veya talep artarsa fiyat artar. Özel durumlarda biraz daha fazla artar. Ona da burjuva iktisatçıları, “fiyat esnekliği” derler. Bana kalırsa idiotizm.
BİR AHLAKSIZLIK OLARAK LİBERALİZM
Fransız iktisatçılar Say ve Bastiat, hür girişimin, üretim araçlarının özel mülkiyetinin, kişisel çıkarların ve bireyciliğin kutsal, münakaşa götürmez değerler olduklarını öne sürmüşlerdir. Liberalizmde özel mülkiyet ve hür girişim doğuştan gelen mukaddes birer hak gibidir. Krizi fırsata çevirmek de zengin olma hakkının kullanılmasından ibarettir.

Hür iradeleriyle piyasaya gelen tüketiciler mal ve hizmetlere talep gösterirler. Hür iradeleriyle piyasaya gelen üreticiler de mal ve hizmetleri en yüksek fiyatı teklif edenlere satarlar. Serbest piyasalarda aşırı yüksek ya da haksız bir fiyat olamaz. Çünkü eğer fiyatlar çok yüksekse insanlar almaz, üretici de malını satamayınca elinde kalmasın diye fiyatları düşürmek zorunda kalır. Böylece piyasalar dengeye gelir. İnsanlar alıyorsa da demek ki fiyatlar aşırı yüksek değildir. İşte Adam Smith’in görünmez eli böyle çalışır.

Serbest piyasaların verimlilik prensibine göre her mal ona en çok değer biçene, yani en çok ödeyene gitmelidir. Bir mal yüksek de olsa herhangi bir fiyattan alıcı bulduğu müddetçe bir sorun yoktur. Facebook esnaf gruplarında “Şok’ta kolonya bulamayanlar küçük esnafa geliyor arkadaşlar, istediğiniz gibi yapıştırın” diyen zihniyeti liberal ideoloji işte böyle meşrulaştırır. Bu noktada liberaller için tek kriter, alışverişin “silah zoruyla” olmamasıdır. Seviye bu yani… Hayek, Friedman, Rand ve Sowell gibi liberallere göre devlet fiyatlara ne olursa olsun müdahale etmemeli, kaynakların verimli tahsisatının önüne geçmemelidir.

Birkaç sene evvel ilaç şirketi CEO’su Martin Skhreli, Daraprim isimli ilacın fiyatını bir gecede 13,5 dolardan 750 dolara çıkardığı için Amerika’da dava edilmişti. Mahkemede avukatı Shkreli’yi “o bir dahi” diyerek savunmuştu. Şimdi de İstanbul’daki özel hastanelerde koronavirüs testi bin 500 liraya yapılıyor. Ne kadar dahice bir fiyat! İspanyol gribinde P&G’nin Vicks VapoRub (mentollü burun açıcı) satışları üçe, Benckiser’in Lysol dezenfektan sprey satışları ikiye katlanmış. Bizde de her salgının kazananı Activex satışlarını ikiye katlıyor. Anlayacağınız, birileri bu işlerden hep zengin oluyor.

Jonas Salk bu işlerden zengin olmadı. Gelin görün ki liberal iktisat düşüncesine göre Salk, krizi fırsata çevirmediği için, irrasyonel (mantıksız) bir bireydir.

Kapitalizmde bir adam ölürken diğerinin onun tabutundan para kazanması liberallere göre ekonomik verimliliktir. Bana göreyse çürümekte olan insanlık…

Amazon’a, Trendyol’a, limoncuya, kolonyacıya, makarnacıya söylenerek bir yere varamayız. Onlar serbest piyasa kapitalizminin kurallarını takip ediyorlar. Biri etmese diğeri edecek, etmeyen rekabette geride kalacak… Bizim yapmamız gereken bunlara söylenmek yerine oyunun kurallarını değiştirecek siyasi mücadeleyi büyütmek.

Gezi’de bir gün Beşiktaş çarşıdayız. Polisler, Sinanpaşa Pasajı tarafından gaz atarak kartal heykeline doğru sıkıştırıyorlar bizi… Gaz bombalarının sayısı iyice arttı. Gözlerimiz yanıyor, nefes almakta güçlük çekiyoruz. Balıkçıların orada üstün ticari zekâya sahip bir girişimci tezgâh açmış, tanesi 5 liraya limon satıyor. Ortalık savaş alanı, eleman krizi fırsata çevirmenin peşinde. N’oldu peki? Elemanı bir güzel dövdük, limonlarını da alıp herkese dağıttık. Bu da bir yöntem…