Merhaba sevgili okuyucularımız,

Çalışma hayatımız bu malum virüsle birlikte iyiden iyiye karmaşık bir hale dönüştü. Sizlere bu köşeden bir süredir farkındaysanız alışılmışın dışında yazılarla sesleniyorum. Çünkü korona süreci ile birlikte işçi-işveren ilişkileri de artık klasik tanımının dışına çıktı.

İş hukukumuzda daha önce olmayan ya da nadiren gördüğümüz olgularla karşılaşıyoruz. Örneğin benim çalışanlar için bir felaket olarak tanımladığım ve iş hukukumuzda son derece sınırlı bir yer bulan ‘ücretsiz izin’ kavramı, geçici bir madde ile iş hukukunda geçerli hale getirildi. Üstelik 3 aylık ücretsiz izin süreci sonunda işveren işçiyi işten çıkarabilecek.

Kısa çalışma ödeneğinin adını bile duymayan çalışanlar şimdi bu müesseseyi bir can simidi olarak görüyorlar. İşverenler bu ödeneğe adeta hücum ettiler. Bakanlığın dün açıkladığı rakamlara göre 268 binin üzerinde şirket kısa çalışma ödeneğine başvurdu ve 3 milyon civarında çalışanı kapsıyor bu başvurular.

Evden (uzaktan) çalışma kimi meslek gurupları için yeni bir çalışma türü olarak yoğun biçimde hayatımıza girdi artık. Bununla birlikte evden çalışanların da yeni sorunları ortaya çıktı. Örneğin klasik mesai saatleri ortadan kalktı, evden çalışanlar gece gündüz yönetici veya işverenlerinin iş talepli tacizlerinden şikâyetçi. Bugün okuduğum bir haberde ise evden çalışanların evde yiyip içmek zorunda kaldıkları için maliyetlerinin arttığından söz ediliyordu.

Hafta sonları artık giderek kurumsallaşacağı anlaşılan sokağa çıkma yasağı da başka sorunlar yarattı. İşverenler hafta sonu sokağa çıkma yasağı sebebiyle çalıştıramadıkları işçilere İş Kanunu’nda var olan ve hükümetin bu kriz döneminde süresini uzattığı telafi çalışması uygulamasını dayatıyorlar. İşçilerin itiraz ettikleri bu konu hukuk çevrelerinde de tartışma yarattı. Benim sıkça görüşlerine başvurduğum, iş hukuku alanındaki en yetkin isimlerden Çalışma ve Toplum Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Avukat Dr. Murat Özveri, bakın bu konuda ne diyor:

Diğer yandan 4857 sayılı Yasa zorunlu nedenlerin gerçekleşmesi halinde işverene iki olanak tanımıştır: Birincisi, yasanın 42. maddesine göre zorunlu nedenlerin varlığı halinde fazla çalışma yaptırmak için işveren işçinin onayını almak zorunda değildir. İkincisi ise yasanın 64. maddesinde düzenlenen telafi çalışmasıdır. Zorunlu nedenlerle işin durması nedeniyle işin tatil edilmesi halinde, işveren iki ay içerisinde çalışılmayan süreler için işçiden telafi çalışması yapmasını isteyebilir. Bu nedenlerle, üretimin işverenin kusurundan kaynaklanan nedenlerle veya ekonomik gerekçelerle durdurulmuş olması, işçinin bu sürelerde çalıştırılmamış olması, işverenin işçinin ücretini tam olarak ödeme yükümlüğünü ortadan kaldırmaz. İşverenin kendi kusurundan veya ekonomik nedenlerden doğan üretim duruşlarında işçinin çalıştırılamadığı süreler için işverenin işçiden telafi çalışması yapmasını isteme hakkı da yoktur.”

Diğer taraftan tüm uyarılara ve feryatlara karşın özellikle inşaat, tersanecilik, madencilik, tarım gibi sektörlerde durmayan, ara verilmeyen çalışma hayatı, enfekte olan ya da kaybedilen işçiler… İşçi örgütleri ile İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi gibi oluşumlar bu konuyu yakından takip ederek sürekli elde ettikleri verileri kamuoyu ile paylaşıyorlar ve durumun vahameti ortaya çıkıyor. Hükümet ise ekonomik endişelerle belirli bir süre dahi olsa çalışma hayatına ara veremiyor. Bu durumu da açık bir biçimde ifade ediyorlar.

Ortada yadsınılamayacak bir gerçek var, o da şu: Çalışma hayatımız bu virüsle birlikte çok ciddi bir kaosun içine girdi. Artık işçilik hakları ile ilgili klasik tanımlardan yola çıkıp önerilerde bulunmak bana anlamsız geliyor. Bu sözlerim hak aramanın, hukukun göz ardı edilmesi anlamına gelmiyor elbette ki. Ancak bir süre işçi-işveren ilişkilerinde kaotik bir dönem yaşayacağımızı rahatlıkla söylemek mümkün.

Bu sürenin çok uzun sürmemesini umut edelim ve koronavirüsle birlikte savrulan çalışma hayatımızın kısa süre içinde toparlanmasını dileyelim.