Korona sonrası yeni dünya düzeni

GAYE USLUER

Covid-19 salgını tüm dünyayı değiştirdi. Bu değişimle birlikte hayatımıza da yeni kavramlar girmeye başladı. Bu günlerde yaşamımızın en yeni kavramı “Yeni normal”.

Yeni normal aslında ortak olarak istenilen, ama bir yandan da ne olduğu ya da ne olması gerektiği konusunda yeterince bilgi sahibi olmadığımız bir kavram. Bu gerçeklik varlığında hâlâ yeni normalin çerçevesini belirlemeye çalışıyoruz.

Sorun şu ki bilim çevrelerinin tarif ettiği, olmasını istediği Yeni normal ile siyaset kurumunun hayata geçirmek istediği Yeni normal örtüşmüyor.

Normal demek aynı zamanda düzenli olan anlamına geliyor. Bir an önce normal olmayan bu durumdan, yani salgın sürecinden çıkıp normalleşmek istiyoruz. Bunu yapmaya da bir salgın hastalığın halk sağlığı sorunu olduğunu kabul ederek başlamamız gerekiyor.

Salgın süreci var olanı az göstermeye çalışmak, büyük fotoğraftaki detaylar yerine küçük fotoğraflara odaklanmak, erken başarı öyküleri yazmak zamanı değil. Biliyoruz ki halk sağlığı sorunlarının çözümü iyi yönetim ile mümkündür. Normale geçebilmeyi sağlayacak olan salgının kontrol altına alınması olacaktır.

Salgının yönetimi şüphesiz siyaset kurumuna ait. Siyaset kurumunun ise başarılı bir salgın yönetimi için siyasete dair görüşlerinden öte bir salgın yönetim süreci oluşturmak zorunda olduğu bilincinde olması gerek. Yani siyaset kurumunun öncelikli amacı siyasi varlığını sürdürmek ya da sürdürebilmek değil, siyaset kurumunun öncelikli amacı salgını iyi yönetmek, hastaları tedavi etmek ve salgını durdurmak olmak zorunda.

Salgın yönetiminde toplumun toptan tecrit edilmesi ya da tecrit altında yaşama devam etmesi sürdürülebilir değildir. Bireysel korunma önlemleri yani sosyal mesafe uygulanması, kişisel koruyucu malzemelerin kullanımının öncelikli ve popüler stratejiler olduğunu biliyoruz. İşte bu noktada siyaset kurumu öncelikli olarak şu soruya açık ve net cevap vermek zorunda “Tüm bunları sağlamak için vatandaşın gücü tek başına yeterli midir? Dezavantajlı gruplara, bireylere bu desteği kim verecek?”

Türkiye’de başından beri iktidar partisi tarafından kamuoyuyla paylaşılan kaba rakamlarla Covid-19 gerçeğini görmeye çalışıyoruz. Oysaki çıplak rakamsal veriler salgın analizini yapmayı ya da bulunduğumuz noktayı değerlendirmeyi sağlayamaz. Rakamsal olarak açıklanan ölen kişi sayısı değil, kimlerin –yaş, cinsiyet, zemindeki hastalık, yaşanılan yer vb. öldüğü sorusunun yanıtı değerli. Örneğin dezavantajlı gruplarda hastalık sıklığı, hastane yatış, sağlık hizmetinden yararlanma ve ölüm oranları nedir, biliyor muyuz? Hayır. Aslında sadece detaylandırılmış ölüm verileri üzerinden dahi, salgına ilişkin doğru analizleri yapmamız mümkün. Bunu yapabildiğimizde ülkemizde var olan sistematik sağlık eşitsizliklerini de daha doğru görebileceğiz.

Eğer bir ülkede yaşayan insanların ağırlıklı bölümü için yaşam günlük kazanç temelliyse, ‘evde kal ve güvende kal’ söylemi, olsa olsa lüks bir söylem olarak değerlendirilmelidir. Sloganlarınızın bile ülke gerçeğinden kopuk olması, şüphesiz sloganın eyleme dönüşmesini engelleyen önemli bir güç olacaktır. Türkiye’de siyaset kurumu ısrarla bu durumu görmezden gelmeye devam ediyor.

Salgın döneminde zaten var olan çok boyutlu yoksulluğu görmezden gelemeyiz. Hatta bu süreçte özellikle yoksulluk üzerine daha fazla odaklanmamız gerekebilir. Barınma ve suya erişim çok boyutlu yoksullukla mücadelenin temelidir. Yerelde yoksul aileler için bir “dayanışma geliri” hedeflemek mevcut günlük yaşamsal sorunların çözümü çok önemli. Bu nedenle diyoruz ki salgına dair çözüm oluştururken yerel yönetimlerle işbirliği zorunluluğu gözden kaçırılmamalıdır. Bakın veresiye hesapları kapatmak, askıda fatura ile ödeme işlemleri toplumsal dayanışmayı nasıl hayata geçirdi.

En büyük hata ise “Yeni Normal’i, tek bir bedene uygun dikilmiş bir elbise” gibi düşünmek. Bu düşünceyle yapılan planlamanın sonunda, toplumun büyük kısmının elbisesiz kalacağı, hatta elbisesiz kaldığı bir gerçektir.

Salgın yönetiminde oluşturulacak politikaların yukarda sayılan nedenlerle mutlaka kapsayıcı olması gerekiyor. Toplumun her bir bireyini kapsayacak politikaları oluşturabilmemiz için, pandeminin farklı kesimlere etkilerini bilmemiz gerekiyor. Salgından etkilenen kişilere dair cinsiyet, ırk, engellilik ve diğer demografik verileri içeren bir bilgi sistemi oluşturmamız gerekiyor.

Aslında bugün yapılması gereken sadece bir ‘yeni bir normal’ inşası değil. Yapılması gereken mevcut yaşanılmakta olan süreçten ders çıkartarak ‘yeni bir paradigma’ yaratmak olmalıdır. Covid-19 salgınıyla birlikte toplumsal duyarlılık artmıştır. Neden ve niçin soruları giderek çoğalmaktadır. Bu nedenle salgın öncesinde huzursuz, istikrarsız ve uzun zamandan beri toplumun göz ardı edilen sorunlarına duyarsız olan siyaset kurumunun toplumsal iyileşmeyi sağlamak için acil bir eylem planı yapma zorunluluğu da ortaya çıkmıştır.

Covid-19 sonrasında tüm dünyada Yeni Bir Dünya Düzeni mutlaka oluşacaktır. Yaşanılanların büyük bir Pandemi öfkesine dönüşümünü engellemek istiyorsak, öncelikle var olanı anlamaya çalışmamız gerekiyor. Geleceği doğru inşa edebilmek için koşul budur.

Doğru tasarlamayı yapabilen siyaset kurumunu da baştan, kamucu ve halkçı anlayışla yeniden şekillendirecektir.