Attila Aşut

yazievi@yahoo.com

Dünyanın ve Türkiyenin gündeminde “koronavirüs” var. Çin’de başlayıp tüm dünyaya yayılan bu virüs, 129 ülkede yaklaşık 150 bin insana bulaşmış durumda. Ölü sayısı ise 5 bin 500’ü geçmiş bulunuyor.

Bu ölümcül hastalık, adını İngilizce “corona”dan alıyor. Sözcüğün kökeni ise Latince “coronarius”a dayanıyor. Tıp dilinde kullanılan “koroner arterler” (coronary arteries) terimi de buradan geliyor. Atar ve toplardamarların, kalbin üst bölümünde “taç” gibi çepeçevre yer alışından yola çıkılarak yapılmış bu adlandırma.

Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), koronavirüs hastalığını “pandemi” kapsamına aldı. “Pandemi”, küresel salgın demek. Bir kıtada ya da tüm dünyada aynı zamanda görülen ve çok geniş bir alana yayılan salgınlar için kullanılıyor. “Dünya epidemisi” de deniyor. Eski Yunancada tüm anlamına gelen “pan” ile halk anlamına gelen “demos”tan türetilmiş.

DSÖ’nün tanımlamasına göre bir hastalığın “pandemik” sayılabilmesi için daha önce görülmemiş olması, insanlara bulaşması ve hastalık etmeninin kolayca yayılması gerekiyor. Örneğin insanlarda çok sayıda ölüme yol açan kanser hastalığı bulaşıcı olmadığı için “pandemi” kapsamında yer almıyor.

Epidemi ise bir ülkede ya da bölgede eşzamanlı olarak ortaya çıkan ve birçok insanı etkileyen salgın hastalıktır. Bu sözcükten türetilen Epidemiyoloji ise hastalıkların görülme sıklığını, dağılımını ve nedenlerini inceleyen bilim dalıdır. Öz Türkçesi Salgınbilim’dir.

Latince “endemos” sözcüğünden gelen “endemi” ise bir özel grup içinde düzenli olarak belli düzeylerde görülen bir hastalığı tanımlamak için kullanılıyor. Bulaşıcı bir hastalık, dışarıdan herhangi bir etki olmadan belli bir toplulukta ortaya çıkar ve süreklilik kazanırsa “endemik” olarak niteleniyor.

Endemik bitkiler terimi ise Bitkibilim (Botanik) dilinde yalnızca belirli bir bölgede yetişen bitki türleri için kullanılıyor. Yöreye özgü, yerli bitki türü demektir.

HAFTANIN NOTU: TELE TAKILAN BİR YAŞAM

Onu tanımadan önce saf saf inanmıştım gerçekten “müftü” olduğuna! Belki de bu yüzden ilgimi çekmişti Facebook’ta yazdıkları... Meğer lakabıymış bu dinsel unvan! Tanıştığımızda gülerek anlatmıştı bana “müftü” yakıştırmasının nereden çıktığını. Tipik bir “şeyh uçmaz, mürit uçurur” öyküsüydü! Oysa adam ateistti! O gün anlattıklarıyla kırıp geçirmişti beni.

Olaylara mizahi yönden yaklaşan, yeri geldiğinde kendisiyle de dalga geçebilen sevimli bir insandı...

Gazetecilik eğitimi almıştı ama yaşamını sürdürebilmek için yapmadığı iş kalmamıştı. Facebook ona yeni bir kapı açmış, orada ünlenmişti. Yüreklere dokunan çarpıcı “insan öyküleri” ilgiyle izleniyordu.

Sanal ortamın renkli kalemlerinden biriydi artık! Yaşamından süzülmüş masalsı öyküleriyle büyük bir hayran kitlesi oluşturmuştu. Yazdıkları art arda kitaplaşmaya başladı. Ne var ki uzunca bir süredir kanserle savaşıyordu.

Son günlere değin umudunu ve yaşam sevincini yitirmedi. Sağaltım görürken bile espri yapmaktan, sevenlerini güldürmekten vazgeçmedi. İmza günlerine, ağzında gaz maskesiyle katıldı. İmza atacak gücü kalmadığında, mürekkebe bulanmış parmağını bastı sayfalara!

Hüznün ve neşenin coşkulu sesiydi o! Kanseri yeneceğine inanıyordu. Sağlıkçıları bile şaşırtan güçlü iradesiyle “direncin simgesi” oldu. Bu yüzden de her sabah “Venceremos” diyerek başlıyordu güne. Ne var ki adım adım kaçınılmaz sona yaklaşıyordu. Önce sesini yitirdi, sonra tüm direncini. Yoğun bakımda bilinci kapalı olarak uyudu birkaç gün. 9 Mart sabahı son nefesini verdi. Geride yarım kalmış öyküler ve unutulmaz anılar bıraktı…

“Beni Duyuyor musun?”, “Alviran’ın Kızları” ve “Tele Takılan Uçurtma”nın yazarı Ergün Küzenk, bir masal kahramanı gibi, Anka kuşunun kanadında yıldızlar ülkesine uçup gitti! Onu çok özleyeceğiz…