Türkiye, ‘küresel sorun’ koronaya karşı verdiği ‘ulusal mücadeleyi’ zorda olanlara yardımdan da geri durmadan yürütüyor! Uçaklarımızın cumhurbaşkanlığı forslu kolileri İspanya, İtalya ve İngiltere gibi Avrupa ülkelerine bile taşıdığını biliyorsunuz.

Korona günlerinde kimin ne yaptığı ve ne halde olduğu haliyle dünya medyasının en önemli konuları arasında.

Trump’ın, mücadelesini sorgulayan gazetecileri ve medya kuruluşlarını nasıl fırçaladığını görmüşsünüzdür, bizim televizyonlar alt yazıyla veriyor. İnadına mı yapıyorlar, bilmiyorum ama Trump’ın fırçasını gösterirken bir gazetecinin bir devlet başkanını çatır çatır sorgulayabildiğini de gösteriyorlar.

Böylesine sorgulayıcı Batı medyasının Çin söz konusu olduğunda hiç vazgeçmediği bir şey var: Korona ile ilgili her haber, “Çin’de Vuhan’dan çıkıp yayılan” cümlesiyle başlıyor ve araya mutlaka Çin’in verileri gizlediği, orada özgür medya olmadığı sıkıştırılıyor.

Virüsü “Çinli” ilan ederek yapılan damgalamadan dolayı en saygın bilimsel dergilerden Nature üç kez özür diledi ama böyle kaygısı olmayan medya aynı yoldan ilerliyor.

BirGün’ün Vuhan’da yerleşik yazarı Kamuran Kızlak da yazmıştı; bu krizden sonra dünyada hiçbir şey eskisi gibi olmayacak deniyor ya, eskisi gibi olmayacağı kesin olan şeylerin başında Çin’in imajı geliyor!

ABD’den yayılan; sokaklarda ölen insanlar, morgların yetersiz kalması, insanların toplu mezarlara gömülmesi ve tek başına New York’un ölüm sayısının ülkeleri geride bırakması gibi fotoğraf ve olguların hemen yanında, New York valisinin basın toplantısıyla Çin’in gönderdiği yardımlar için teşekkürü duruyor.

Trump ağzını her açısında “Çin virüsü” derken, ABD’nin zor durumunu anladığını ve olanakları oranında destek olamaya hazır olduklarını söyleyen bir Çin Devlet Başkanı Xi Jinping var.

Salgın sürecinde Çin, yalnızca krizi yönetim biçimiyle değil, hemen hemen dünyanın her ülkesine gönderdiği yardımlarla da dikkat çekti. Solunum cihazları, maskeler, eldivenler, test kitleri, başka tıbbi malzemeler ve uzman sağlık personeli…

Bir yanda Covid-19’a yakalanan her hastanın tedavisi için ortalama 2400 dolar harcayan ve bunun yüzde 65’ini ülkenin genel sağlık sistemi, geri kalanı da yerel yönetimleriyle karşılayan Çin; öbür yanda da, başta siyahiler olmak üzere yoksulların, nasıl sistemden dışlanarak ölüme terkedildiklerini sosyal medyadan ağlayarak anlattıkları ABD var.

Bu arada, Vuhan’da hayatın normale dönmeye başladığı, işyerlerinin açılıp toplu taşımanın açıldığı haberleri gıptayla izleniyor.

Çin’in, iletişim ve denetim boyutuyla ürkütücü de olan teknolojisiyle göz kamaştırması da cabası; ilk günlerde sokaklarda gördüğümüz robotların ardından şimdi de sürücüsüz araçlarla ateş ölçüyorlar.

Bugün dünyanın en büyük 10 bankasından ilk dördü Çin’in oldu. ABD, dünyanın en büyük 500 şirketi içindeki birinciliğini de 2020’de ilk kez Çin’e kaptırdı. 20 yıl önce bu listede yalnızca 8 Çin şirketi varken bugün 129 şirketle Çin birinci ve onu 121 şirketle ABD takip ediyor.

Ancak, bu göz kamaştırıcı performansı gölgeleyen bir şey var: Çin’e dönük basın özgürlüğü ve otoriterlik eleştirileri!

Bizdeki durum da malum; koronadan kurtulma mücadelemizi “medya ve siyaset virüslerinden kurtulma mücadelesi” ile birleştiriyoruz! Korona tehdidindeki cezaevlerinden bir tek muhalif politikacı ve gazetecileri çıkarmıyoruz! Fatih Portakal’ın en fazla izlenip en fazla güvenilen haber programının “toplumu kin ve düşmanlığa sevk ettiğine” hükmediyoruz!

Koronadan sonra ABD ve Çin’in imajının değişeceği kesin de, ya bizimkisi?