Tarihi bir daralmanın ilk safhasını yaşıyoruz ve toplumlar pandemi sürecinin ardından kitlesel işsizlik ve yolsuzlukla mücadele etmek zorunda kalacak. Popülistlerin toplumsal sıkıntıları suistimal edeceğine şüphe yok.

Koronavirüs ve popülizm ilişkisi

Yasmeen Serhan

Koronavirüs salgını popülistleri kötü etkiledi. Almanya’nın Angela Merkel’i, Yeni Zelanda’nın Jacinda Arden’i ya da İtalya’nın Giuseppe Conte’si gibi ‘düzenin sevdiği’ insanların popülerliği ise arttı. ABD’li Antony Fauci ve İngiliz Chris Whitty gibi daha önce adını sanını bilmediğimiz sağlık uzmanları ön plana çıktı. Göç ve Avrupa Birliği gibi popülistlerin kurcalamayı sevdikleri konular ise gündemden düştü.

ABD, Brezilya ve Hindistan gibi, popülistler tarafından yönetilen ülkeler salgından en kötü etkilenen ülkeler oldu. Şüphesiz, salgını bu kadar kötü yönetmeleri, popülist vaatlerin ne kadar beyhude olduğunu ortaya koyuyor, değil mi? Yetkin yöneticiler ve uzmanlık rağbet gördüğünde, popülistlerin düzen karşıtı söylemleri de boşa çıkıyor, bu durumda ne şansları olabilir ki?


Maalesef bu kadar basit değil. Yaşadığımız sağlık krizi, küresel ekonomiyi perişan etti. İkinci dünya savaşından bu yana gördüğümüz en derin ekonomik daralmayı yaşıyoruz. Dünya Bankası, krizin etkilerinin 2008 finans krizini ikiye katlamasını bekliyor. Dünya Sağlık Örgütü ve Avrupa Birliği gibi kurumlara duyulan güven de sarsıldı. Salgının ilk safhalarında oluşan ‘birlik-beraberlik iklimi’ ise zayıflıyor.

Popülizm, bu krizle ölmeyecek. Aksine, popülizm krizden beslenir.

MİLLİYETÇİLİK ARTIYOR

Popülizm konusu tartışılırken, popülizm tarihinin modern demokrasilerde epey geriye gittiğini genelde unutuyoruz. Artık bu kavramı ‘beklenmedik’ ve ‘tepkisel’ tüm siyasi hareketleri kapsayan genel bir kavram (örneğin Brexit ve Donald Trump’ın seçilmesi) şeklinde kullansak da, ‘sıradan insanların çıkarları’ ile ‘yozlaşmış elitlerin’ çatıştığı bir siyaset tarzı olarak algılanabilir.

Entelektüel anlamda zayıf bir ideoloji olmakla birlikle, farklı biçimlerde karşımıza çıkabiliyor. Her zaman olmasa da, çoğunlukla milliyetçilik ön plana çıkıyor. Kimi popülistler siyasi ekosistemin uçlarında yer bulabilirken, kimi ana muhalefet konumuna gelebiliyor. Bazıları ise hükümete ortak. Bolsonaro ve Trump gibi iktidar sahipleri ise salgın sonrasında popülizme ne olacağı tartışmalarına yön veren isimler oldular. Sebebini anlamak güç değil.

ABD ve Brezilya, dünyada en çok koronavirüs vakası ve ölümü yaşanan iki ülke konumundalar. Bu iki lider, ülkelerinde salgının ciddiyetini hafife alan açıklamalar yaptılar, insanlara gelişigüzel tıbbi tavsiyelerde bulundular ve vaka sayılarındaki artışa rağmen ekonominin açılması için ellerinden geleni yaptılar. Tabii popülistlere yaraşır şekilde, ülkelerinde ortaya çıkan tablonun kendi suçları olmadığını söylediler ve yaşananlar için siyasi rakiplerini, Dünya Sağlık Örgütü’nü, sağlıktan sorumlu yetkilileri suçladılar. Ve Tabii Trump, Çin’i suçladı.

SİYASETE YÖN VERMEK

Fakat tüm bunlara dayanarak, popülistlerin krizi kötü yönetmiş olmasının popülizmi kötü bir sona mahkum edeceği sonucuna varamayız. Bir defa, bunu söylemek popülizmin, modern demokratik siyasetin kemikleşmiş bir parçası olduğunu görmezden gelmek anlamına geliyor. Popülizm bilhassa Avrupa ve Latin Amerika’da on yıllardır gördüğümüz bir şey. Trump ve Bolsonaro gibi liderler, koltuklarından inseler de siyaseti bırakmayacaklar, bu kadar basit. Birleşik Krallık, Almanya, İtalya gibi ülkelerde gördüğümüz gibi, iktidarda olmasalar bile kamuoyunu şekillendirerek siyasete yön vermeyi sürdürebiliyorlar. Resmi mevki sahibi olmasalar da fikirleri ve provokatif çıkışlarının ‘raf ömrü’ çok daha uzun olabiliyor.

AB KRİZDE

Popülizmin başı belada demek, salgının popülistlere sunduğu nimetleri de görmezden görmek anlamına geliyor. Avrupa Birliği’nin iç sınırları kapatıldı ve dolayısıyla kıtada hareket serbestisini sorgulayan sağcılar daha da yüreklendi.

Avrupa Merkez Üniversitesi’nde görev yapan, Kanada Liberal Partisi eski lideri Michael Ignatieff “30 yıldır eskiye asla dönmeyeceğini düşündüğüm Avrupa, bir günde eskiye döndü” diyor. “İnsanlar sıkıntıya girdiklerinde, onlara pasaportlarını veren, onları koruması gereken siyasi kurumlara ve ulus devlete dönüyorlar. Bunu herkes yapıyor; liberal, otoriter, muhafazakar, ilerici fark etmez – herkes yüzünü ulus devlete çeviriyor.”

BİLİME GÜVEN

Salgın bilim insanlarına ve uzmanlara duyulan güveni bir parça da olsa yeniden tesis etti. Popülistler uzmanları ‘elitler’ diye yaftalayarak uzun süredir dışlıyor, düşmanlaştırıyor ve hedef gösteriyordu. Örneğin Donald Trump, sağlık danışmanı Fauci’nin itibarını zedelemek için kasıtlı çaba sarf etti –hatta Fauci’nin değerlendirmelerine kamuoyu önünde düpedüz “Yanlış!” dedi.

Bolsonaro ise salgının başlangıcından beri üç sağlık bakanı değiştirdi. (İlki Bolsonaro’nun koronavirüs’e ‘soğuk algınlığı gibi’ demesine karşı çıktığı için koltuğundan edildi, ikincisi ise istifa etti.). Böylece popülistler salgın boyunca en iyi bildikleri oyun planını yürürlüğe koydular. Kampanyalarını, onlarla aynı görüşte olmayan insanlar üzerine kurdular, insanlara kendi ‘gerçeklerini’ sundular ve bilimsel bilgilerden ziyade komplocu düşünceleri ön plana çıkardılar.

FIRSATA DÖNÜŞTÜ

Popülistlerin yönetimindeki diğer ülkelerde ise liderler salgını, yetkilerini genişletmek için fırsata dönüştürdüler. İsrail’de Netanyahu parlamentoyu kapattı ve mahkemeleri askıya aldı. Böylece yolsuzluktan yargılandığı ceza davasını da ertelemiş oldu. Muhalifler, yaptıklarını bir darbeye benzetti.

Polonya’da iktidardaki Hukuk ve Adalet Partisi salgın dolayısıyla tüm kamusal etkinlikleri yasakladı ve muhalefetin seçim kampanyası yürütmesini imkansız kıldı. İktidardaki Andrzej Duda’ya ise devlet kontrolündeki medya organlarında dilediğince basın toplantısı yapma şansı tanındı.

Macaristan’da Viktor Orban acil durumu fırsat bildi ve yetki alanını genişletti. Artık ülkeyi süresiz olarak kararnamelerle yönetebilecek. Üzerine almak istediği bazı acil durum yetkileri mahkemeden döndüyse de, Ignatieff’in söylediğine göre Orban’ın kendinde bu gücü görmesi dahi hasarın büyüklüğüne işaret ediyor.


SUİSTİMALE AÇIK

Popülizmin ortadan kaybolmayacak olmasının en büyük sebebi ise, bizi ilerleyen aylarda bekleyenler. Tarihi bir daralmanın ilk safhasını yaşıyoruz ve içinde yaşadığımız toplumlar süregelen sağlık krizini atlattıklarında, kitlesel işsizlik ve yolsuzlukla mücadele etmek zorunda kalacaklar.

Popülistlerin (bilhassa ekonomik gerekçelerle ulusal karantina uygulamalarına karşı çıkanların), toplumsal sıkıntıları suistimal edeceğine şüphe yok. Uzun süreli ekonomik sıkıntıların siyasi kutuplaşmayı körüklediğini biliyoruz. Bu da, ‘düzen karşıtı’ söylemlerin lehine işleyecek.

İnsanların, salgın yönetimine dair hissettikleri öfke ve hoşnutsuzluğa oynamak zor olmayacak. Salgının yol açtığı ekonomik ve kurumsal hasarı suiistimal etmek de zor olmayacak. Koronavirüs salgını yüzünden birçok şeyi yitireceğiz, fakat muhtemelen popülizm bunlardan biri olmayacak.

Çeviren: Fatih Kıyman
Kaynak: The Atlantic