Sokakta samuray kılıcıyla cinayet işleme, sokak hayvanlarının içtikleri suya çamaşır suyu dökme ve daha pek çok şiddet dolu hadise gittikçe normalleşirken, ekonominin gidişatı ve siyasi skandallar da artık olağan bir hale gelmiş durumda. Bir biçimde olup bitenleri görmezden gelme, çoğunluğun tercih ettiği bir durum gibi gözüküyor. Görmezden gelme ile bilmeme durumu, sorumluluk ile masumiyet arasındaki farkla açıklanabilir. Görmezden gelme sorumluluktan kaçış, bilmeme ya da inkâr ise masumiyeti muhafaza çabası… İktidardakilerin ekonomiden adalete yaşanan olumsuzlukların sorumluluğunu almama yönündeki tutumu, daha çok inkâra dayalı bir masum gözükme çabası.

Örneğin iklim krizi; bir sel baskını ya da ortalığı kasıp kavuran bir orman yangını sırasında kısa bir süre gündemimizde yer alabiliyor, ama sonra yine görmezden geldiğimiz, sorumluluğu başkalarına, örneğin devletlere ya da kurumlara attığımız bir soruna dönüşüyor kısa sürede. Benzer bir tutumu kendi özel hayatımızda da gözlemleyebiliriz. Örneğin öfkesini kontrol edemeyen çocukları olan aileler… Ebeveynler, bütün dikkatlerini çocuklarına verip sorunun kökenini araştırmak yerine, çeşitli taktiklerle sorunu geçiştirmeyi tercih edebiliyorlar, ta ki okuldan bir uyarı gelene kadar. Samuray kılıcıyla cinayet işleyen kişinin ailesi de bu yüzden suçlanmamış mıydı? Ya da pek çok kadın cinayetinin ardında, ailelerin ve yasa uygulayıcılarının görmezden gelme tutumu yok mu? Bu görmezden gelme, geçiştirme davranışı öylesine yaygın ki… Kendimizle kurduğumuz ilişkide bile bunu görmek mümkün. Uykusuzluk çekenlerde ya da kaygı bozukluğu yaşayanlardaki artış, kendimizde görmezden geldiğimiz, sindirmekte zorlandığımız meseleleri işaret etmiyor mu?

***

Görmezden gelmenin koruyucu bir yanı da var, âşık olduğumuz kişinin kusurlarını görmeme ya da sevdiğimiz birinin uygunsuz davranışını tolere etme gibi… Ama nihayetinde görmezden gelme, yaygın ve zarar verici bir yöne doğru evrildiyse, durup ne olduğunu anlamak gerekiyor.

Görmezden gelme, cehaleti erdeme dönüştüren Trump gibi liderler ya da doğaya zarar veren şirketler için, akıllıca görülen bir strateji de olabilir, bu sayede seçimleri kazanmak ya da büyük kârlar elde etmek mümkün. Aslında bu stratejiyi, en iyi şekilde George Orwell, ‘1984’ adlı romanında pek güzel tanımlamıştı: “ Suçdurdurum, her türlü tehlikeli düşüncenin eşiğinde adeta içgüdüsel olarak ansızın durabilme becerisi anlamına gelir. Kıyaslamaları kavramama, mantık hatalarını algılamama, İngsos’a ters düşüyorsa en basit görüşleri bile yanlış anlama ve sapkınlığa varabilecek her türlü düşünceden sıkılma ya da nefret etme gücünü içerir. Sözün kısası, suçdurdurum, koruyucu aptallık demektir.” Bu strateji, bugün en güçlü haliyle uygulanıyor. Koruyucu aptallık, korumaktan ziyade her şeye zarar vererek bir yok oluşa götürüyor. Örneğin intihal yapmakla suçlanan bir akademisyen, koruyucu aptallık stratejisiyle korunduğunda, bundan akademik dünya zarar görür, intihale teşvik ederek çürümeye neden olduğu için, bilgi üretmenin zahmetine girmek güçleşir.

***

İnsanın kendisini kandırması da, sonuçta bir görmezden gelme, koruyucu aptallık. Bu strateji, mutlu bir evlilik ve üretken bir çalışma hayatı için işe yarayabilir, zaten kişisel gelişim endüstrisi, insanın kendisine gerçekçi görünen yalanlar söyleyebilme becerisi üzerine kurulu bir bakıma, ama bunun için sürekli bir telkin gerekli ve sürekli bir ‘yapma’ uğraşısı içinde olma hali… Örneğin ABD’de yapılan bir çalışmada, üniversitelerde çalışan profesörlerin yüzde 94’ü, kendilerini meslektaşlarından daha üstün gördüklerini ortaya çıkarmış. Yüzde 25’i de kendilerini en iyi yüzde 1’lik dilimde gördüklerini belirtmiş. Bilimle uğraşan kişilerin kendilerini kandırma motivasyonunun bu denli yüksek oluşu, koruyucu aptallığın yaygın ve güçlü temellerini de işaret ediyor.

Eski Yunan felsefesinden bu yana söylenen en temel şey, kişi bilmediğini ne kadar çok bilirse o kadar bilgilidir şeklindeydi. Bugün bu söz unutulmuş gibi görünüyor.