Ben Okri ‘Aç Yol’da, Afrika’nın dönüşümünü yerel bir bar ve o barın sahibi Madan Koto üzerinden anlatıyor. Hem de ‘zenginler partisi’ ve ‘yoksullar partisi’ gibi dar bir kalıpta

Kötü bir peri masalı

DENİZ YAVUZ

Büyülü gerçekçilik akımının önemli yazarlarından Gabriel Garcia Marquez ile sıkça karşılaştırılan ve aralarında benzerlik kurulan Nijerya’lı yazar Ben Okri’nin İmge Kitabevi Yayınları tarafından yayınlanan Aç Yol kitabı, Marquez’in kitaplarının aksine iyi kotarılamamış bir kitaptır. Bununla beraber; postkolonyal edebiyatta sıkça gördüğümüz, mevcut kötü durumu tamamen sömürgecilere atfederek sorumluluktan kurtulma kolaycılığına düşmüş olması da kitabın bir diğer problemli noktasıdır.

Kurulamayan bağ
Roman şu cümleyle başlar; “Başlangıçta bir nehir vardı. Nehir yol oldu ve yol da tüm dünyaya dal budak sardı. Ve yol bir zamanlar nehir olduğu için hep açtı.” Kanonik bir metnin ilk cümlesine -Yuhanna İncili- nazire yapan Ben Okri, aslında kendi metninin de kanonik olduğu iddiasındadır. Üstelik bu cümlenin değdiği tek yer Yuhanna İncili değildir. Burada “nehir”, İncil’de “söz” olarak ortaya konulan şey; Herakleitos’un düzenleyici ilke olarak açıkladığı, Platon’un mythosun karşısına oturttuğu, Tanrı ile aramızdaki bağı sağlayan logostur. Tüm bu okumalardan sonra bu iddialı girişi yapan yazara ve metnine dair beklentilerimiz yükselmiştir. Mitlerle örülü olduğunu tahmin etmekte zorlanmadığımız kitabın, mitler ve logos arasında bizi rahatsız etmeyecek iyi bir ağ örmesini bekleriz. Ayrıca bu tanrısal köprünün tahrip ve tahrif edilmesi ya da ona dair bilgimizin tavsamasının yarattığı ontolojik problemler hakkında da dişe dokunur argümanlar bekleriz.

Beklentimizin aksine kitapta mitler ve logos arasındaki bağın hiç de iyi kurulmadığını söyleyebiliriz. Kitabımız mitolojik periler ülkesinden dünyaya gelmek istemeyen ama gelmek durumunda kalan -bu mecburiyetin sebebine dair hiçbir açıklama yoktur- bir peri-çocuk hikayesiyle başlar. Mit ve logosu içiçe geçirmeyi beceremeyen yazarımız hemen ilk kolaycı hamlesini yapar ve “insanoğlunun kalpsizliği ürkütüyordu bizi” cümlesiyle durumu açıklığa kavuşturmaya çalışır. Bu ikilik kitap boyunca devam edecektir. Özellikle politik durumun mitolojik olan içerisinde eritilememiş olması; biri fantastik, diğeri gerçekçi iki metni zorla birleştirmiş gibi bir etki uyandırmaktadır. Mitolojik olanla arasında herhangi bir bağ kurul(a)mayan “Polisler üzerimize saldırıp kırbaçlarla etlerimizi parçaladı” gibi cümleler sık sık peri-çocuk Azaro’nun ‘fantastik’ anlatımlarının arasına girer.

Varlığa dair de neredeyse hiçbir şey söylemez Ben Okri. Belki de şölye söylesek daha doğru olacaktır; Ben Okri o kadar apayrı yerlerden, akımlardan, filozoflardan alıntılar sıkıştırmıştır ki metnine, ne dediğini aslında kendisi de bilmez. Artık iyiden iyiye popüler olan ‘insan bu dünyaya fırlatılıp atılmıştır’ indirgemesiyle özetleyebileceğimiz varoluşçu tema, ‘değişim’in tek gerçek olduğuna dair söylemler, pagan söylenceleri, İslam ontolojisi, Hıristiyan gnostisizmi, kitabın sonunda iyice yükselen panteist argümanlar birbirlerinden bağımsız olarak her yere serpiştirilmiştir. Üstelik kitabın başındaki cümlede her şeyin öncesinde logosun olduğunu söyleyen yazar, kitabın sonunda her şeyden önce ruh vardı diyerek hiçbir gerekçe göstermeksizin fikrini tamamen değiştirmiş ve bunu gerekçelendirme ihtiyacı da hissetmemiştir. Zira batı modernizmiyle iç içe geçmiş, mistik argümanlarla yazılmış bir kitabın, hele bir de bilinmeyen bir coğrafyaya dairse argümanlarını destekleme ihtiyacı yoktur. O artık çok okunan, ödüllü ve popüler olmaya namzet, ‘çok iyi bir kitap’tır.



Kötü kurulmuş ikilik
Kitap Afrika’nın dönüşümünü yerel bir bar ve o barın sahibi olan Madam Koto üzerinden anlatmaktadır. “Zenginler Partisi” ve “Yoksullar Partisi” gibi dar bir ikilik içine sıkıştırılmış politik durum, bu bar ve onun geçirdiği dönüşüm üzerinden anlatılmaya çalışılır. Başlangıçta sıradan bir bar sahibi olan Madam Koto peri-çocuk Azaro’ya ve ailesine iyi davranırken, daha sonraları “Zenginler Partisi”ne üye olur ve işler giderek değişmeye başlar. Barın müşterileri giderek değişmektedir. Her şeyi paraya tahvil eden Madam Koto, Azaro ve ailesi başta olmak üzere tüm semtin yoksullarına kötü davranmaya başlar. Aynı zamanda giderek çirkinleşmekte olan Madam Koto’nun bu çirkinleşmesi, hızla kapitalizme eklemlenen Afrika’nın ‘çirkinleşme’sine de atıfta bulunmaktadır. Buraya kadar her şey yolundayken, bu anlamlandırmayı yapamayacağımızı düşündüğünden olsa gerek, yazar olaya müdahale eder ve Azaro,“Duvarda bir Coca-Cola posteri dikkatimi çekti. Yarı çıplak, büyük göğüslü beyaz bir kadının resmiydi” diyerek durumu açıklığa kavuşturur. Biz okuyucuları düşünme zahmetinden kurtaran bu cümleden de anladığımız üzere kapitalizme eklemlenmenin kabahati beyazlara aittir.

Mesihten bir önceki suret
Bununla beraber bir kurtuluş reçetesi vermeyi de ihmal etmez Ben Okri. Azaro’nun babası, boksör Kara Kaplan, romanın sonlarına doğru yaptığı boks maçlarıyla giderek efsane haline gelir. Aynı zamanda nereden geldiğini bir türlü anlayamadığımız bir dilenci güruhu birden bire Kara Kaplan’ı takip etmeye başlar. Hemen akla İsa’yı takip eden dilencileri getiren bu durum Kara Kaplanı birden bire bir ‘mesih’ haline getirir. Azaro’ya okuttuğu kitaplarla düşünce dünyasını da zenginleştirmiş olan Kara Kaplan artık yoksullara ve dilencilere önderlik edebilecek bir ‘mesih’tir. “Gelecekte ızdırap var. Savaşlar ve açlık olacak..” gibi geleceğe dair haberler verme mucizesi gösterirken bir yandan da ‘Aydınlanma Retoriği’ne göz kırpmaktan da geri durmaz ve yoksullar için okullar kuracağından dem vurur. Afrika’nın kurtuluşu bir ‘mesih’in gelip önderlik edeceği zamana bırakılmıştır.

Mit ve logos arasındaki bağı kuramamış olması, politik meselelerdeki problemli tutumu ve indirgemeciliği, “Yoksulların sahip oldukları tek güç açlıkları” türünden romantik söylemleriyle Aç Yol okunması elzem olmayan popüler kitaplardan birisi.