Kötü günler  henüz başlamadı

Ekonomide görünümün giderek bozulduğu şu günlerde, diğer kıtalardan bir kıpırtı gelse Türkiye’de sert bir etki hissediliyor. Ne var ki depremin kendisi, içeride yapılan açıklamalardan, ekonominin yönetilemez hale geldiğini ortaya koyan müdahale başarısızlıklarından kaynaklanıyor.

Dolar ve avrodaki tablo ortada. Dolar ve avro üzerinden borçların ve ithalat maliyetlerinin tırmanıyor oluşu, bu durumun borçluların aleyhine işleyişi bir yana, kısa bir vadede enflasyona dönüşeceğinin de altını çiziyor.

Merkez Bankası’nın verilerine göre finansal kesim dışındaki firmaların net döviz açığı yaklaşık 223 milyar dolar. Bu borcun bugün TL cinsinden değeri 981 milyar TL iken ocak ayında bu tutar 841 milyar TL idi. Yani beş ayda ülkenin reel kesiminin döviz borcu olduğu yerde yüzde 17’lik bir artışla 140 milyar TL büyümüş oldu.

Firmaların ortaya çıkan bu maliyeti kendi kârlarından karşılamayacakları, fiyatlara ve maliyet kısıntılarına yansıtacakları oldukça açık. Tarihsel örneklerden de benzerlerine rastlanılır, çalışan sayısının azaltılması, yapılan işin topyekün taşeron firmaya devredilmesi vb birçok senaryo bu yolda mevcut.

Bir de döviz kuru geçişkenliği dediğimiz, döviz kurundaki oransal değişimlerin fiyat değişimlerine etkisi var. Merkez Bankası’nca döviz kurundaki yüzde 10’luk değişimin yüzde 1,5 civarında bir enflasyonist etki yaratacağı yönünde bir varsayım vardı. Basit bir hesaplamayla örneğin son bir yılda dolar kurunda yaşanan her yüzde 10’luk artışın, tüketici fiyatları üzerinde yüzde 3’e yakın bir etki yaptığını görebiliriz. Yani dolar kurundaki hareketliliğin fiyat değişimine etkisinin varsayılandan yaklaşık 2 kat daha fazla olduğunu söyleyebiliyoruz.

Enflasyon ve işsizliğe ilişkin görünüm bozulması, Türkiye’nin benzer ülkeler liginde ‘en bozuk ekonomi sıralaması’ yönünde ilerlediğini de gösteriyor.

Endonezya, Brezilya ve Meksika ile karşılaştırıldığına dünya hasılasından aldığı payın en düşük, enflasyon oranının açık ara en yüksek olduğu ülke olarak Türkiye öne çıkıyor. Bununla birlikte yüzde 11’e yaklaşan işsizlik oranı ve en yüksek cari açık veren ülke konumunda. Bu tablonun kısa ve orta vadede daha da aleyhimize değişeceği ortada.

Bize reel çözüm gerek

Dolar/TL hareketliliğine dönecek olursak, reel etkilerinin oldukça kuvvetli olmasına rağmen, bu tartışmanın daha çok piyasa aktörlerine teslim edilmiş olması da üzücü. Dolar-MB-Fed üçgeninde bir sorumlu ve çözüm aranıyor. Hal böyle olunca, anlık çözümler ve sadece anlık ile sınırlı kalan etkileri söz konusu oluyor. Piyasada öyle bir hava oluşmuş durumda ki, sanki faizleri yukarı çekseler her sorun bir anda çözülüverecek, tüm kara bulutlar bir anda dağılıverecek. 2001 krizine giden yol, bu fazla iyimser olan düşüncelere önemli bir yanıt oluşturuyor.

Ülke ekonomisinin neye ihtiyacı olduğu ise gayet ortada. Son açıklanan ve beklentilerin üzerinde gelen cari açık rakamları herkese ‘çünkü giderimiz gelirimizden fazla’ yorumunu yaptırıyor.

Tekrar gözden geçirirsek, cari açık mart ayında yıllık bazda yüzde 54,4 oranında artarak 4,8 milyar dolar olarak gerçekleşti. Dış ticaret dengesindeki büyük bozulma dikkatleri çekerken, mart ayından bu yana finans sermayesinin TL’den çıkışına hız vermesi, cari açıkta kötünün henüz başlamadığını gösteriyor.

kotu-gunler-henuz-baslamadi-464549-1.

Cari açığın çözümüne ilişkin yapılan yorumlar basitçe sorunu tanımlıyor, evet. Fakat çözüm konusunda önemli bir nokta var. Gideri azaltmanın yolu, gelirleri artırmaktan geçiyor. Ülkede gelir artırıcı faaliyetler azaldığı için, hem bir yandan giderlerin ağırlığı artmış oluyor, hem de gelir getirici faaliyetler dışarıdan temin edilmeye başlandığı için gider kalemleri çoğalıyor. Tarım, hayvancılık, ileri teknoloji içerikli ürünler… Bunları kendi kaynaklarımızla nasıl üreteceğimizi konuşmadan ekonomide hiçbir sorunun gerçekçi çözümüne ulaşamayacağı ortada. Kaldı ki her fırsatta, ekonominin kendisi bizlere bunu gösteriyor. Dışa ve reel olmayan faaliyetlere bağımlı bir ekonominin geleceği yine dışa ve reel olmayan faaliyetlere bağlıdır. Bağımlılığı azaltmadan, bugün de, bundan 10 yıl sonra da aynı meseleleri konuşuyor.