İster inanın ister inanmayın, Cihangir çok değil 7-8 yıl kadar önce normal bir İstanbul mahallesiydi. Kirpi, yılan ve akrep görmüşlüğüm vardır Cihangir kırsalında. Her mahallenin olduğu gibi, Cihangir’in de bir delisi vardı. Bakkalıyla, çakkalıyla bildiğin mahalleydi işte. Sonra başına kötü şeyler geldi Cihangir’in, her köşede bir bar, bir restoran, ne bileyim, bir kafe açıldı. Derken, bugünün aşağılanan ama imrenilen de semtine dönüştü.

Kötü Kedi Şerafettin (KKŞ), Cihangir’in henüz mahalle olduğu yakın geçmişi anlatıyor. Filmin teknik niteliklerinin ne kadar üstün olduğunu belki de şimdiye kadar duymuşsunuzdur. KKŞ, Türkiye’de animasyon sanatı bu kadar ilerlemiş mi dedirten, dünya standartlarında bir animasyon. Ne kadar övsem azdır. Cihangir’i o kadar kanlı canlı bir hale getirmiş ki film, uzatsam elimle dokunacağım neredeyse, koklasam kokusunu alacağım. Keza karakterler de müthiş. Yaklaşık 10 yıl sürdüğü söyleniyor prodüksiyonun ve müthiş pahalıya çıktığı.

L-Manyak’ta Bülent Üstün’ün çizdiği bu çizgi romanı severdim. Film de elinden geldiğince çizgi romanın dünyasından taviz vermemeye çalışmış. Zaten dakka bir gol bir dedirtircesine, 3 karakter ölüveriyor. Sert bir film bu, öyle dünyanın alıştığı çizgi filmlerden değil. Nevi şahsına münhasır bir çizgi film ve hatta Türkiye’nin bu sanat dalına katkısı diyebiliriz KKŞ için. Benzerini bilmiyorum.

Şerafettin, adı üstünde iyilik miyilik takmayan sert bir karakter olsa da, bol küfürlü konuşsa da yumuşak bir kalbi de olan bir kahraman. Film, Şerafettin’in manita peşinde koşması, çilingir sofrası düzmeye çalışması ve oğlu Tacettin’le ilişkileri üzerine kurulu. Tabii bir de Şerafettin’in yaratıcısı Bülent Üstün’ün kendisini temsil eden zombi çizer karakteri var. Zombi çizerle Şerafettin ve tayfasının bitmek bilmeyen mücadeleleri doğrusu beni sıktı. Zombi gibi, ne zaman ve nasıl öleceği bilinmeyen bir yaratık işin tadını kaçırıyor. Ne zaman nokta, ne zaman virgül, ne zaman yeni bölüm olduğunu okumak imkânsız hale geliyor. Tabii ki doğaüstü yaratıkları ilk kullanan film KKŞ değil ve bu işin doğası böyle.

Film geçmiş Cihangir’de geçse de, bugüne göndermeler de var. Cins kediler ile sokak kedileri iletişim platformu bu nefis göndermelerden biri. Her şey iyi güzel olsa da, KKŞ’nin hikâyesinin yetersiz olduğunu söylemek lazım. İlk heyecanımız geçtikten sonra, aynı hikâyelerin versiyonlarını izlemek durumunda kaldığımızı düşünüyorum. Bir başka güzel dişi kedi, yeni bir çilingir sofrası, zombi çizerle kavga... Keşke filmden çıkınca aklımızda daha fazla şey kalsaydı. Ama o zaman da belki 13+ değil, 18+’lık bir film olacaktı ve bu da mali açıdan fazlasıyla riskliydi.

KKŞ’yi psikanalitik bir okumaya tabi tutmak mümkün mü? Şerafettin, yazar-çizer Bülent Uzun’un id’ini, dizginlemekte güçlük çektiği dürtülerini temsil ediyor sanki. Şero’nun, yazar-çizerin cins vemedeni kedisini öldürmesi, sanki id’le super-egonun kavgası. Ya da belki de kardeş kavgası, nihayetinde ikisi de aynı kişinin ürünü. Yazar Üstün, süperegosunu (yani cins ve “medeni” kedisini) öldürerek kendisini insanlıktan çıkaran Şerafettin’i öldürerek, belki kendi hayvani yanını, dizginlemekte güçlük çektiği id’ini hizaya sokmaya çalışıyor. Böyle bakınca, KKŞ’nin cinsiyetçi değil, cinsiyetçi ve ilkel olanla bir mücadelenin öyküsü olduğu sonucuna da ulaşılabilir. Ama cinsiyetçi ve ilkel olana göz de kırparak.