Birkaç gündür dikkatimi çekiyor; yine bol keseden tahminler başladı bu yönetimin/bu dönemin kalıcı olduğuna, herkesin hesabını buna göre yapması gerektiğine dair.

Biraz insanın canı sıkılıyor doğrusu, hiç beklemediği yerlerden bariz bir “hesap kitap” uyarısı da bu “analiz” eşliğinde kulağına üfürülünce. “Sen mi kurtaracaksın ülkeyi, bu adamlar kalıcı” diye konuşan insanların sayısı ve çeşidi artınca.

Oysa öngörülerle ilgili durum çok karışık, bir süre önce değinmeye çalışmıştım ( Nereden Biliyorsun? , 28 Ekim 2014, https://www.birgun.net/news/view/nereden-biliyorsun/7896) . Çok uzun ve bence çok önemli bir konu ama şu kadarını tekrarlamakla yetineyim: araştırmaların sıklıkla gösterdiğine göre, sosyal bilimlere konu alanlarda, uzmanlar sıradan insanlara göre daha iyi tahminlerde bulunamıyorlar ve insanlar (uzman ya da değil) tahminlerinin ne kadar yanlış olduğuna sıklıkla çok şaşırıyorlar.

Yani seneye bugün İstanbul’da hava sıcaklığının kaç derece olacağını oldukça başarılı bir biçimde tahmin etmek mümkünken, aynısını Ankara’daki hava için söylemek mümkün değil.

Tam da burada, işin içine ilginç bir faktör giriveriyor: niyetlerimizin olaylar üzerindeki etkisi. Doğrusu “neye niyet neye kısmet” sözünün doğruluğuna kaç kere şahit olmuşuzdur. Ayrıca niyetin sonuç üzerindeki etkisine dair çalışmalar da böyle bir ilişkiyi her zaman doğrulamıyor. Ama bazen tahminlerle olmasını istediğimiz şeyler birbirine karışıveriyor. Örneğin son seçim anketlerinde yaşanan bazı rezaletler hâlâ hatırımızda.

Bu karışıklığın önüne geçmenin kolay bir yolu var: ne istediğini bilmek. Belki zaman zaman dünyanın en zor şeyi bu, ama herhalde katılırsınız ki çoğu durumda bir şeyi yapmanın, başarmanın, oldurmanın önkoşulu ne istediğini bilmek. Ne istemediğini bilmek değil, ne istediğini bilmek.

Dolayısıyla, “bu düzen böyle gidecek, pireler devleri yutacak” diyenlere açıkça sormak istiyorum: siz de böyle olmasını istiyor musunuz? İstemiyorsanız, olmasını istemediğiniz halde böyle olacağından nasıl bu kadar eminsiniz? İradenize mi güvenmiyorsunuz? Yalnız mı hissediyorsunuz? Hiçbir şeyi riske atmadan öylece takılmak mı istiyorsunuz? Çocuklarınız “peki sen ne yaptın” diye sorunca onlara ne demeyi planlıyorsunuz?

“Korktuğum başıma geldi” cümlesini hiç duydunuz mu? Ya kendi kehanetini gerçekleştirmek ifadesi size bir şey hatırlatıyor mu? Dünya tarihinde hiç görülmemiş bir şeyin içinden geçtiğimizi mi düşünüyorsunuz?

Gezi’den önce bütün ülkeyi etkisi altına almış olan, adeta bir fahri “kötü öngörüler bakanlığı” personeli gibi çalışanların etkisinin nasıl da kaybolduğunu, hatta itiraf edelim, hep beraber iki gün sonra olacakları bilemediğimiz o günleri unuttuk mu?

“Nasıl bir dünyada yaşamak istiyorum” sorusuna eninde sonunda güç sahiplerini mutlu edecek cevaplar üretmekten, nihilizme varan alaycılıktan, insan iradesinin zapt edilemeyeceğini anlatan onca yakın örneğe rağmen hissettiğimiz umutsuzluktan sıkılmamış mıydık biz? Nasıl sıkıldığımızı dünya tarihine not düşmedik mi?

Ayrıca, çekirgenin öyküsünü duymadınız mı?