Kötülüğe, daha doğrusu insanların ‘kötüleşebilmesine’ örnek ararsanız okullardaki zorbaca uygulamalar örneklerden bir tanesi olabilir.

Kötülüğe, daha doğrusu insanların ‘kötüleşebilmesine’ örnek ararsanız okullardaki zorbaca uygulamalar örneklerden bir tanesi olabilir. Bir grup çocuğun ayrıcalıklı ilan edildiği, öbür çocukların diğerlerine göre kendilerinde daha farklı haklar bulunduğunu ya da farklı haklara layık olduklarını düşünmelerine başlamalarıyla ilişkilendirilebilir.

Örneğin 'Z' okulunda küçük yaştan beri basket takımı diye sınıflandırılan o dönemde diğer çocuklara göre daha irice olanlardan seçilmiş bir grup var. Bu grup özellikle spor alanında, takım sporcusu oldukları için, bir takım ayrıcalıklara layık görülüyor. Diğer çocuklara göre daha fazla oyun alanı veriliyor ve bu şekilde diğer çocukları kendi ayrıcalıklarıyla biraz iteleme kakalama hakkını kullanmaya başlıyorlar. Belki tek tek baktığınızda başlangıçta iyi olan çocuklar giderek diğerlerine kötü davranmaya başlayabiliyor. Zorbalık ('bullying') olarak görülebilecek davranışlara giren, içinde oldukları durumun yarattığı güç asimetrisini arkadaşlarını aşağılamak ya da dışlamak için kullanan çocukları ‘kötü’ olarak görebilir miyiz?

Onlara ayrıcalıkları veren ve daha önemlisi bu ayrıcalıklarla gelen hakların rastgele kullanımını olağan karşılayan hatta teşvik eden üsttekilerin bakış açıları durumu meşru kılar. İnsanlara, arkadaşlara keyfi ve kötü davranmaya ‘yukarıdan’ sağlanan meşruiyet de bu durumu iyice azdırır. O nedenle zorbalık söz konusu olduğunda, seyirci kalan diğer çocuk ve büyüklerin ya da o basket takımındaki ‘zorba’ ufaklığı teşvik edenlerin ‘eşsiz’ bir rolü var. Hani 70'lerdeki devletin silahlı güçlerine yardımcı diye bilinen aşırı sağcılar ortalığı kırıp geçirirken, “bana sağcılar kurşun atıyor dedirtemezsiniz” diyen dönemin başbakanının sözleri ya da bir grup çocuğun okulda bir grup başka çocuğu ezmesine ses çıkarmayan okul müdürünün tutumu bunun örneklerinden.

Bilimselleştirilmiş kötülük. Kötülük veya iyilik acaba (istatistiksel olarak) normal bir dağılım gösteriyor mu diye de sorulabilir. Normal dağılım, ‘çok kötü’ ve ‘hiç kötü olmayanların’ bir çan eğrisinin iki ucunda ve toplumun yaklaşık yüzde 5’erlik 2 grubunu oluşturduğu bir durum. Kalan toplumsal kesimlerin de çan eğrisinin ortasına doğru geldikçe, kötülük oranları ‘ortalama’ya ulaşıyor. Oysa anketlerde “iyi bir insanım” diyenlerin oranının yüzde 80’ler civarında olduğunu düşünürsek, ortalama kötülerin yüzde 50’den çok daha az olması beklenir. ‘Kötü’ olma potansiyelini taşıyan ama genellikle iyi olan ya da iyi olmayı tercih eden insanların nasıl olup da kötüleşebildiklerini inceleyen araştırmacılar arasında en bilineni olan Zimbardo, koşulların içimizdeki kötüyü kolayca ortaya çıkartabildiğine ilişkin deneysel kanıtları biraraya getirmiş, özellikle iktidar ve güç sahibi olmanın acımasızlığı doğurduğunu öne sürmüştür. Irak’taki Amerikan askerleri üzerinden benzer tartışmalar sıkça yazılıp çiziliyor. Konunun meraklıları ‘Lucifer Effect’ kitabını inceleyebilir. Kötüleşme hakkında kapsamlı bir yazı da Birikim dergisinin Ocak sayısında çıktı: “Kötülük: Hobbes’tan Freud’a ‘insan doğası’: siyaset ve kötülük” (yazan: Derviş Aydın Akkoç)... “Sabit, değiştirilemez kötü insan doğası yoktur” çıkarımı ile biten bir yazı.

Benim merakımı uyandıran ise, küçük kardeşinin canını yakarken kötü bir şey yapmaktan kendini alıkoyamayan dünya iyisi ve o güne kadar bir melek olan çocuk ile gücü eline geçirdiğinde çevresinde hoşuna gitmeyenleri ortadan kaldırmaktan çekinmeyen zalim yönetici arasındaki benzerlik ve farklar. Kötü olmayı kabul etmek istemeyen her ‘iyi’ kötülüğüne bir gerekçe icat eder. Gerekçe sayesinde, kötülük bir yüce amaç uğruna (vatanı komünistlerden korumak) ya da haklı bir sebeple (biz yapmasak onlar neler yapardı?) yapılmış olduğundan eylem artık kötülük sayılmamış, kişi de kötü olmamış olur. Kardeşinin canını yakan çocuk hakkının yendiğine inanmadığında ya da anne-baba onun hakkını sağlama aldıklarını hissettirdiğinde, çocuk daha az can yakıyor ise, kötüler göründükleri gibi kötü değiller… Kötü olmak, kötüler için bile kabul edilmesi zor bir yük getiriyorsa, bir gerekçe olmaksızın tahammül edilemeyecek bir durum ise, insanın temelde iyi bir varlık olduğunu öne süren felsefecilere hak mı vermeliyiz?